mizah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mizah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Haziran 15, 2009

türkçe sözlü hafif batı müziği

her yerde kar var: her türlü hayalimin gerçek olması durumunda çelişkilerle dolu bir hayatım olurdu; bu yüzden de sen daha ne istediğini bile bilmiyosun, önce karar ver de öyle hayallerine kavuş diyen iyilik melekleri var sanırsam beni dinleyen. ama madem iyilik meleğisin aradan tutarlı olan hayalleri seçip mutlu etsen bu garibi ne olur?
resimdeki gözyaşları: en sevdiğim çocuk masalı parmak çocuk olmuştur hep. geçenlerde dost kitabevinin çocuk kısmını gezerken masallara göz attım bi, parmak çocuk'un benim zamanımdaki gibi anlatılmadığını gördüm. masallar zamanla değişebilirler mi? benim bildiğim parmak çocuk, çocukları olmayan bir ailenin dualarının kabul olması üzerine bir saksıdaki çiçekten çıkmıştı. yıllarca camımın önünde çiçek besledim, parmak kadar bir çocuğa sahip olabilmek için. her türlü giyim, yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilecek planları bile yaptım. bu yaşıma geldim hala daha isterim parmak çocuğum olmasını ama çiçekten çıkcak. hatta sırf bu amaçla evimizde adını marsel koyduğumuz bir akça ağaç bonsai beslemekteyiz, belki japon bir parmak çocuk sahibi oluruz. marsel-san.
senden başka: saçma sapan korkularım var. karşıdan karşıya geçerken refüjde kalırsam arkadan biri gelip beni yola itecek diye çok korkarım.. sanki kenar kaldırımda böyle bir tehlike yokmuş gibi. merdivenden aşağı inerken burnumun üstüne düşmekten de acaip korkarım. maç izlerken futbolcuların ayağının kırılması ayrı bi kabus zaten. canlı canlı izlediğim üç kırılma olayı da var ki bu korku en gerçek olanı. yani futbolcular benim kadar korkmuyordur eminim.
aman petrol: genç nüfusun nerdeyse yarısı işsizken -asgari ücretle çalışanları da işsiz saymak türkiye ekonomisi ve türkiye'de alım gücü kapsamında pek de yanlış olmaz- vatandaşın cebinde para var diye bir cümleyi kurmayı bırak aklından geçirmek bence düşünce suçu kapsamında değerlendirilmeli.
seninle bir dakika: türkçe'de kısaltmalar konusunda edep dersimizi aldık, oturduk, ediyoruz ezber... her gördüğün a, k ve p harflerini "a" "ke" ve "pee" olarak okumayacaksın. ama "ce" "ha" "pee" diye bir okunuş vardır.
don kişot: iş aramak dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işidir.. birincisi ise iş bulup çalışmaktır. ama dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli işini yapabilmek için hep dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işini yapmak zorundayızdır. hani benim gençliğim, anne?

Nisan 24, 2009

hayvansever

tuvalette bir tıkırtı duyup bakmaya giden bir hayvan sever, koyu gri ve ıslak bir lağım faresi ile karşılaştığı zaman fareyi kucağına alıp biberonla süt verir mi, havluyla kurulayıp akşam yanında uyutur mu?
ben, evde uygun şartları oluşturabilirsem eğer bi yunus beslemeyi istiyorum. uygun şartlar dediğim tabi ki de dev bir akvaryumda yaşamak oluyo bu durumda. yani annelerin köpek istediğimiz zaman söylediği "bahçeli bi evimiz olsaydı alırdık yavrum, yazık hayvana evin içinde. hem pisletir orayı burayı" dedikleri durum bahçeli bir eve taşınmak suretiyle karşılanabilirken benim bir hayvan sahibi olabilmem için annemin ön koşulu şöyle "aquaparklı bir evimiz olsa olur kızım, yazık hayvana küçücük küvette. hem balık yetiştiremeyiz ona" ben de uzaktan izlemekle yetinmek zorundayım bu durumda o sevimli ve zeki yunusları.
bi de şu resme çocuklar baktığı zaman 8 tane yunus görüyomuş, kaybetmişiz tüm masumiyeti



Mart 31, 2009

neşeli günler

en güzel turşu suyu limonla mı olur sirkeyle mi?
kendi başıma turşu kurmuşluğum ve turşu suyu yapmışlığım olmadığı için bilemem ama ankara'da en güzel turşu suyu sakarya'da hüsmen ağa'da olur. hüsmen ağa, karısından turşu suyu yüzünden ayrılmış olsa mesela, ben kendisine oy verirdim, bir konuda ilk kez bir erkeği desteklerdim. hüsmen ağa'nın 6 çocuğunun tek kızı olup üç üç ayrılmış kardeşlerin buluşmasında da "şimdi 6 kardeşin buluşması şerefine gazozlarımızı havaya kaldıralım" repliğini kullanabilmeyi isterdim.
hayatımı bazen eski türk filmleri gibi yaşamak istiyorum, huzurlu, mutlu, acılara karşı güçlü ve sonunda hep iyilerin kazandığı.
kazanmak demişken gerçek hayatta iyiler kazanamaz diyerek gerekli yerlere gerekli mesajları göndermiş olmanın mutluluğunu yaşarım, hiç kimse de buna engel olamaz. bi de seçmenlerin eğitim seviyeleri, iq'ları felan feşmekan işte. "okumak cehaleti alır da eşeklik baki kalır" lafını da okumuş ama yanlış seçimler yapmış insanlar için kullanmaktan çekinmem.
bi de bence romantik komediler ve dahi aşk filmleri dahil dünyanın en büyük aşkı vecihi'nin fikret'e olan aşkıdır, üstüne tanımam. gülen gözler filmini izlediğim bi ara görüşmek dileğiyle. c u.

Mart 20, 2009

tarihin başlangıcı

henüz daha konuşma eyleminin keşfedilmediği dönemlerde, birlikte yaşadıkları insanları doyurmak için erilleri ava giden dişi homo sapiensler bir araya gelip, mağara resimlemesi aracılığıyla dedikodu yapıyorlar mıydı acaba diye merak ederim hep. bence dedikodu evrimleşme sürecimizde atalarımızdan aldığımız ve zaman ilerledikçe geliştirdiğimiz bir yetenek. dedikodunun nereye kadar uzandığını bulmak amacıyla, internetten bulduğum prehistorik mağara resimleri üzerinde yaptığım araştımalar ile bir çok arkeoloğun ve etimoloğun hiyeroglifler konusunda yanıldığını, o resimlerde anlatılanların "cilalı taş" günü yapan kadınların dedikoduları olduğunu ve lisanların, tüm bu mağara resimleleri aracılığıyla dedikodu yapmanın zorluğu nedeniyle bizzat kadınlar tarafından bulunduğunu farkettim ki, bu da tüm insanlık tarihinin aslında Nurşen'le Meliha'nın oturup, Firdevs'in kocasını çekiştirmeleri üzerine kurulduğunu gösterdi bana.

anlamını çözdüğüm bir dedikodu örneğinde, kendisinden büyük bir mızrak taşıyan ve afedersin boyu boğanın şeyi kadar olan bu adam, Firdevs'in kocası olup, konuşma şu şekildedir :

"ayh nurşen abla, şu firdevs'in kocası da boyuna posuna bakmadan bizimkilerle ava çıkıyo ya, çok gülüyorum ayol!"
(araştırmacı burada, resmin sonundaki eğrinin, dedikodunun asıl öğelerinden olan "ayol" bağlacı olduğundan bahsediyor)

işte zaman içindeki bu yolculuktan da anlıyoruz ki dedikodu insanlık tarihinin hep vaz geçilmezi olmuştur.. hava (O₂) su (H₂O) ve dedikodu (D₃EIKo), canlıların varlığını devam ettirmelerini sağlayan bileşiklerdir.. evet

Mart 08, 2009

bişey

türk filmlerinin klasik yanlış anlama sahnesi vardır. hatunun mal gibi güvendiği kötü adam bir fırsat bulup esas kızla yalnız kalmayı başarır ve ondan "yaralanmaya" çalışır. kızcağız deli gibi çığlıklar atarak adamın elinden kurtulmaya çalışırken gömleğinin bir kısmı yırtılıp sütyeni görünür, o sırada yere düşer, adam da hoop üstüne atlar, çılgınlar gibi tepinip bağıran kız bir yandan ağlar. bu arada kızın sevgilisi esas oğlan tesadüfen eve gelir ve bu çığlıkları duyarak olayın olduğu yeri bulur. kötü adamı tekme tokat uzaklaştırdıktan sonra kıza da "sürtüüük" diye bir tokat atar ve uzun süreli bir aşk acısı izleriz. kötü adam ölmek üzereyken gerçeği açıklar esas oğlana, o da kıza gider. hemen hemen türk filmlerinin yarısından çoğunda olan bu sahnelerin benim en sinir olduğum yeri, kızın ağlaya zırlaya adama sarılıp mutluluktan havalara uçmasıdır.
yahu yıllarca adam sana acı çektirdi, yalancı dedi, orospu sandı, sonra gelip ben yanlış anlamışım diyince salya sümük boynuna atlamak ne?? yerde tepine hıçkıra tecavüzden kurtulmaya çalıştığımı anlayacak kadar beyni olmayan bi adam, bana inanamayıp gidip tecavüzcüden duyunca her şey düzeliyo mu? bi figüran kadar güvenilirliğim yok mu? belki ölürayak yalan söylüyo hem, ne biliyo ki?
bi de bu filmlerin şöyle bi etkisi oldu; türk erkekleri bu sahne karşısında hep aynı tepkiyi veriyolarsa, bi gün başıma böyle bişi gelirse kendimi aklamak için kötü adamı vurup ölüm döşeğinde gerçeği itiraf etmesini sağlayıp katil olcam... işte bu durumda da hapisten çıkınca kötü yola düşüyosun. koğuşta tanıştığın sevecen bi abla sana bi adres verip senden önce çıkıyo hapisten, çıkınca zor durumda olduğun için gidip ablaya sığınıyosun ve o da seni satıyo. zaten sevgilin de anne baba zoruyla zengin ve gıcık bi kadınla evlenmiş oluyo. bu arada hapse girmeden önce doğurduğun çocuğu görebilmek için bakıcı kılığına girip eve gidiyosun ki bu durumda eski sevgilinin de kör olmuş olması lazım, tanınmaman için. offf hayat çok zor.

Şubat 13, 2009

yazmak

gazeteci olmak istediğim zamanlarda benim yaptığım haberleri ya da yazdığım köşe yazılarını kimse yayınlamaz diye düşünürdüm bir zamanlar, ta ki bundan 2 ya da 2,5 yıl önce bir gün şu haberle karşılaşana kadar:
print screen'den allah razı olsun, şimdi nette aradım da haberi kaldırmışlar.. bi sözlükte var haber bi de forum sitelerinde felan. neyse işte bu haber bile yapılınca, hadi yapıldı diyelim bi de üstüne yayınlanınca dedim ki ben kitap yazsam kuponla bile olsa bunlar beni kitabımı bile satarlar. hala kitap yazamadım ama yazdığım an nereye başvuracağım konusunda içim rahat

Şubat 09, 2009

vektörlerde ikili ilişkiler ve yansımaları

matematikçiler kendi aralarında, birbirini 180˚ye tamamlayan açılara bütünler açılar derler, bunun edebiyattaki karşılığı olarak ise “bütünler atasözleri” vardır, bence yani. birkaç örnekle demek istediklerimi somutlarsam:

1- iki kişi sevdikleri bir insan hakkında konuşurken içeri o insan girerse, hafif bir tebessümle ve gelen insanın duyabileceği bir ses tonuyla “iyi insan lafının üstüne gelir” derler; ancak bu iki kişi sevmedikleri biri hakkında konuşuyorlarsa ve sevilmeyen insan yanlarına gelirse suratta “hay skym” şeklinde bir ifade ve gelen kişinin duyamayacağı bir ses tonuyla biri diğerine “iti an çomağı hazırla” der. yani tam da lafının üstüne gelmek çok da matah bişi değildir, atalarımız iki durum için de bir söz söylemişlerdir.

2- bazı kocaman işlerin olabilmesi için öyle küçük küçük adımların yararsız olduğunu ve istediğin kadar böyle adım at asıl istediğin işi yapamayacağını anlatmak istersen “taşıma suyla değirmen dönmez”, ama umudu kırılmış birinin küçük emeklerinin bile değerli olduğunu söyleyip onu gaza getirmek için “damlaya damlaya göl olur” ya, o zaman damlatarak göl yapıp bu gölün kenarından açacağımız kanalla değirmene su götürsek, değirmen döner mi?

3- kendisi için önemli olan antika sayılabilecek ve aslında çok da kullanılamayacak eşyalar söz konusu olduğu zaman “sakla samanı gelir zamanı” diyen bir anane, dedem kendi eskilerini saklamak istediği zaman “eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diye adamcağızın tüm değer verdiği ve saklamak istediği şeyleri attırmaya çalışır gerekirse çaktırmadan kendi atardı.

4- bir de aynı atasözü içinde birbirinin tersinden bahsedilir ki ona da komşu bütünler atasözü denir, şöyle ki: “laf var iş bitirir, laf var baş yitirir”.

Ocak 19, 2009

gözleme

Kaşınmak..   Ayaklarım kaşınıyo, yolculuğa çıkcam sanırsam ama önce sağ avucumun kaşınması lazım ki para geçsin elime. Bi sürü param olup dünya turuna çıkarsam da nazar değmesin diye k*çımı kaşırım. Sonra “sen kaşınıyon heee” diye bi temiz döverler beni. Başımın kaşınmasının batıl bir dayanağı var mı bilmiyorum ama uzun zamandır banyo yapmıyosun anlamına geliyo ampirik olarak değerlendirirsem..

Refleks..   Evden çıkmadan önce holdeki aynaya bakmak bir reflekstir. Merdivenlerden inerken anahtarı kapının üstünde mi bıraktım acaba diye dönüp kontrol etmek de. Otobüs gelirken kartının içinde biniş hakkı kalmış mı diye tekrar bakmak da. Otobüse bindikten sonra oturabilceğin bir yer varsa neden kimse buraya oturmamış acaba koltukta bişi mi var diye endişelenmek ve ineceğin durağa geldiğinde kalkıp acaba cebimden bişiler düştü mü diye etrafı kolaçan etmek de.. insanların refleksleri bunlardır, bi ben manyak değilim ya

Esnemek..   Çok muhteşem bir sihir gösterisi yapcam şimdi. “insanlar sadece uyurken esneyemezmiş” yani koşarken, konuşurken, yemek yerken hatta kaşınırken esneyebiliriz. Şimdi tek bir hareketle neler yapıyorum (ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet) “insanlar uyurken sadece esneyemezmiş” haline gelen cümleye bakıyorum yani uyurken koşabiliriz, konuşabiliriz, yemek yiyebiliriz hatta kaşınabiliriz ama esneyemeyiz!

 Arkasına bakmadan gün batımına doğru yürürken, sessizce sihirli sözleri tekrarlıyordu: “Abracadabra”

Ocak 16, 2009

Büyük Muharebe

Uzun zaman önce, o zamanların en güçlü, en başarılı, en çevik, en korkunç ve en acımasız şövalyesi olan Lord O’nion ile giriştiğim bir kavgada aldığım bir yara var. Üstünden bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen boylamasına uzanan bu yara içten içe sızlamaya, dokundukça acımaya devam ediyor.

Hayret şey doğrusu bu kadar zaman sonra bile ilk günkü kadar canımı acıtan bir yara almış olmam, dövüş sırasında gözlerimden yaşlar gelerek acı içinde kıvranmış olmam ve dokundukça iliklerime kadar hissettiğim, acısı kemiklerimi sızlatan böyle bir yara ile yaşıyor olmam bile Lord O’nion hakkında kötü düşünememe neden olmuyor. Ama benim geldiğim yerde bilge büyüklerimizin her zaman söylediği bir şey vardır: “Senin düşmanın olması bir kişiyi kötü yapmaya yetecek bir sebep değildir. Çünkü sen de onun düşmanısın ve bu senin kötü biri olduğunu göstermiyor.” İşte biz bu nedenle benim geldiğim yerde düşmanımıza da saygı duyarız. Bende bıraktığı bu yarayı bir yana bırakıp, artık hayatta olmayan sevgili Lord’a saygılarımı sunuyorum. R.I.P

(yani demem o ki, geçen gün soğan doğrarken baş parmağımı bi kesmişim boydan boya, daha da kapanmadı yarası. Habire limon suyu, domates suyu, tuz filan giriyo yaranın içine, acıyo da acıyo. Kemiklerim sızlıyo valla ya. Tuzlu çekirdek yemek de bir işkence oldu bu yüzden. Dün akşam acılar içinde bi poşet çekirdeği nasıl bitirdiğimi bi ben bilirim bi de elini kesip de tuzlu çekirdek yemeye çalışanlar)