geyik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geyik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Mart 29, 2012

disleksi


insanlar yaşlandıkça en yakınlarının bile adlarını karıştırırlar ya, torununa seslenmek için tüm çocuklarının adını sayar bir annane örneğin. bunun yaşlılık, bunama, alzheimer, dalgınlık vs. gibi nedenleri olabilir.
yıllarca "melike, mualla, (bunu benim adımdan önce hatırlaması mucize ama) şemsünnehar amaaaan serra" diye çağırıldığım için iyi bilirim ad karıştırma durumunu.
bende var olan ise, daha bu yaşımda bunamadığıma göre, bir çeşit ad öğrenme bozukluğu olmalı. bazı insanların adlarını asla öğrenemiyorum. örneğin bence adı Zamazingo* olan bir futbolcu var, gerçek adını katiyetle öğrenemedim. kardeşime soruyorum Zamazingo'nun adı neydi diye ya da bir basketbolcu var onu soruyorum ben kime William Wallace** diyorum diye. ünlü de adamlar aslında, olmuyor öğrenemiyorum adlarını. bir de Nasuh Mahruki*** var bu kategoride, gerçekte ne olduğunu tahmin etmek bile imkansız değil mi? gerizekalıyım da haberim mi yok acaba?

ve gerçekler: 
* lizarazu
** allen iverson
*** toruk macto

Ocak 09, 2012

hollywood'dan özür dilerim

filmlerde falan merdivenden aşağı doğru, ters taklalar atarak düşen ve ayağa kalkan insanlar, iki gün öncesine kadar inandırıcı gelmezdi. o kadar merdivenden tepe taklak düşüp de nasıl ayağa kalkılabilir ki derdim. oluyormuş.
merdivenden çıkmaya çalışırken, basamakların dar ve dik olması yanında alkolün bozduğu balans ayarı nedeniyle -sayabildiğim kadarıyla- iki tam bir yarım ters takla atarak merdivenlerin sonuna iniş yaptım. sonuç: ayağa kalkılabiliyormuş.
geceye devam edip sabah 5te eve dönünce bile insan kendisini sapasağlam hissedebiliyormuş ama uyuyup uyandıktan sonra her bir basamakla temas etmiş olan her bir uzuv delice ağrıyormuş. çeşitli morlukların yanı sıra dışarıdan bakınca darbe aldığı anlaşılmayan yerlerde de hatrı sayılır ağrılar olması korkutuyor insanı bu arada.
filmlerde inandırıcı bulmadığım ikinci bir durumda tek tokatla ya da enseye tek darbeyle patates çuvalı gibi yığılan, bayılan insanlar. bunu da birebir tecrübe etmemek dileğiyle...

not: merdivenleri çeken bir güvenlik kamerası vardı, belki görüntüleri ileride internette görebilirim.

Aralık 05, 2010

gereksiz ama önemli şeyler

bazı insanların karşılarında dart tahtası asılı durmamalı. ne kadar kendini tutmaya çalışsa da sonunda üstündeki sayıları toplayıp, çıkarıp, çarpıp hatta karesini alıp diğerine bölüp falan onların arasında bir bağlantı bulmak için beynini yakabilir. karşılıklı sayıların toplamından farklarını çıkarırsaaak...
insanların bulunduğu ortamlar çok yorucu olur; kanlı canlı insan olmasına gerek yok, diziler, filmler falan da aynı işi görür. her görünen elde 5 parmak olup olmadığını kontrol etmek baş döndürür. marilyn monroe'nün ayağında 6 parmak var!
tipografik bir tasarımda koyu/büyük/farklı yazılmış sözcüklerin ayrı bir cümle oluşturup oluşturmadığı, alttan alta bir mesajı olup olmadığı gibi araştırmalar yaparken, yazının tamamında ne yazdığı okunamayabilir.
binadaki merdiven sayısının gün içerisinde değişmeyeceğini bilmek, onları tekrar tekrar saymaya engel değildir. apartman girişindeki üç basamak bile önemli bu konuda. tek tek, çifter çifter, üçer üçer sayarak, sayma işlemine minik sürprizler eklenebilir. her katta 18 basamak olması ve bir adımda 4 basamak çıkamamak nedeniyle, hep de tam bölen sayılarla çıkılır o merdivenler. artan basamak yok, çok süper. bir katı tek tek, bir katı çift çift diğer katı da üç üç sayınca yorucu olur ama hala toplamda 57 basamak olduğunu bilmenin rahatlığı her şeye değer.
yazı yazarken bir sözcük değil beş sözcük bile önce bir yanlış yapıldığı fark edilince yazılmış olan tüm sözcükler silinerek geri gidilir ve düzeltme yapılıp hepsi yeniden yazılır.

bonus: bir internet sitesi içinde dolaşıldıktan sonra siteyi kapatırken önce anasayfaya dönülür ki ortalık dağınık kalmasın.

Kasım 12, 2010

back to the past

kadınların klasik bunalımdan kurtulma hareketi olarak gösterilen kuaföre gidip saç değiştirme faaliyetini kuzenin düğünü nedeniyle aradan çıkarttım geçenlerde. duvarda gördüğüm bir afişte fön çekilmiş hali süper olan saç şeklini yaptırmak konusundaki inadım, canım kuaförümün önüne geçemeyeceği bir istek halini aldı. fönlü hali insana benzeyen bu saç kesimini yaptırdım.
kendi çapında bir merinos koyunu olduğum için fön çektirmediğim zamanlarda aynaya bakınca fonda hafif bir müzik başlıyor... amerika kanyonlarını görür gibi oluyorum. müzik hafiften hızlanıyor ve aynaya bakarak şu sözler dökülüyor ağzımdan
"i wake up in the morning
and i raise my weary head
i got an old coat for a pillow
and the earth was last night's bed
i don't know where i'm going
only god knows where i've been..."

Temmuz 01, 2010

once upon a time in time

yaya olarak ya da bir araçla yol alırken karşı yönden gelen başka bir hareketliyi görmeye çalıştığım, onunla ilgili bir ayrıntı gözüme takılıp da emin olmak için incelemek istediğim anda ikimizin tam ortasına bir ağaç ya da ortalama genişlikte bir sütun girer; karşılıklı ilerleme hızımız, uzaklığımız ve bakış açım itibari ile tam olması gerektiği yerde olan bu engel kocaman insanı hatta eşek kadar arabayı görmemi mükemmel şekilde engeller. işte bu sadece bana oluyor olamaz, herkesin başına geliyor olduğundan eminim.
aslında iğrenç espri diye hakir gördüğümüz bazı durumların gerçek olduğunu bu yolla anlıyorum. örnek olayın iğrenç esprilerdeki yansıması ise "sen hiç ağacın arkasına saklanmış bir fil gördün mü" sorusudur. göremediğimize göre iyi saklanmıştır. demek ki yalnız değilim.

bununla birlikte, sadece kendimde olduğunu düşündüğüm bazı durumların yaş ilerledikçe aslında birçok kişide olduğunu öğrenmek yıktı beni. böyle bitanecik, farklı; siz nasıl diyor, "unique" bir insan sanıyordum kendimi küçükken. sadece ben yatarken hayal kurardım, kaldırım taşlarının çizgilerine basmayan benden başka insanlar yoktu, evde yalnızken kendi kendine konuşan tek insandım dünyada... büyümek hiç güzel gelmedi bana diğer insanlardan farksızlaşmaya başladığım için. sonra sonra farkımı koydum ortaya orası ayrı.

bir de buluşlar yapardım, her alanda mucit bir çocuktum. örneğin beddua diye bir sözcük bulmuştum, şimdi bazılarına tanıdık gelebilir ama küçükken ben bulmuştum bu insanlara kötülük eden dua sözcüğünü. hatta biraz büyüyünce insanların söylediğini duyup yaşadığım travmayı atlatamamış olabilirim.

kiremit tozu karışımlı güzellik maskesi formüllerim vardı küçükken şimdi kille yapılıyor bu maskeler. kesinlikle benden çalınan bir formül. biraz erken davransam çok pis zengin oluyormuşum amk.

*başlığı süprüz şarkıya bağladım, her yere şarkılar koydum, kendimce eğlendim

Mayıs 04, 2010

kişisel gelişim

kişisel gelişim diye başlık yazıp taslaklara kaydetmişim, ne düşünüp de yazmışım, kişiliğimi geliştirme konusunda bir boşluk mu hissetmişim hayatımda bilemedim. kişisel gelişim adı altında saçma sapan kitaplar yayınlanıyor, hayatını düzene sokmak, iş yerindeki hal ve hareketler ile iş arkadaşlarını kendine hayran bırakmak, patronu kıvamına getirip gözde eleman olmak, aşk hayatında ipleri elinde tutmak vs. vs.
30 yaşına gelmiş adama bu kitaplarla insanlık mı öğretilir, ilişki mi anlatılır? bunu yazan psikolog kişisi kendi hayatında ne kadar başarılı ayrıca? güzellik merkezi sahibi cildi bozuk, çirkin kadınlar olur ya güzellik tavsiyeleri verirken cildindeki oyukları sayarsın elinde olmadan ya da sigara içen dahiliye uzmanı, ciğer röntgeninden dersler verir de arada hırıl hırıl nefes alır...
beni tanımayan, çevremi bilmeyen, ailemi görmemiş, hayatımla ilgili en ufak bilgisi olmayan bir psikolog nasıl bana kişilik dersi verir, aklım almıyor.
böyle küçük şeyler'i sorun etmek ikili ilişkilerinizde sorunlara yol açabileceği gibi partnerinizin sizinle ilgili düşüncelerinde kararsızlıklara, güvensizliklere de neden olabilir. kendinizden emin davranışlarınız çevrenizde takdir toplamanıza, arkadaşlar arasında sözüne güvenilen bir kişi olmanıza yardımcı olacaktır. (uuuu, şimdi grubumun lideri olabilirim)

Mayıs 01, 2010

Madam butterfly*

Kahraman deyince hep kelli felli, varlıklı, olgun adamlar geliyor ya insanın gözüne; bu imajı yıkmak için sivilceli ergenden seçilmiş, maddi durumu kötü bir süper kahraman ihtiyacı doğdu dünyada. Örümcek adam bu ihtiyacı karşılamak için ortaya çıkmış aslında ezik ve mahçup bir kişilik olarak eleştiri konusunda çok da acımasız olamayacağım bir kahraman. İnsanın içi el vermiyor sefalet içinde yaşayan, gariban bir arka mahalle çocuğuna laf etmeye. Daily Bugle’a kendi fotoğraflarını satarak ünlenmesi ve kendi kahraman kimliği aracılığıyla para kazanması her ne kadar iki yüzlülük olsa da MJ’e olan aşkı ile kendisini affettiriyor. Kıyamıyorum resmen yahu, varsın iki yüzlü olsun. Superman ve batman kadar olamaz ya.

*Coupling’te öpüşme müziği olarak madam butterfly’ı hayal eden zavallı sally’nin hazin sonu için tıklayın.

Nisan 23, 2010

Kryptonite (3 Doors Down)

çizgi roman, film, dizi sıralaması ile arz-ı endam eden Clark Kent arkadaşın aslında düşündüğümüz kadar dürüst, tarafsız ve iyi olduğunu düşünmediğimi üzülerek açıklıyorum. tüm bu kahramanlık hikayelerinin içinde adam gibi adam olan lex luthor'a yapılan haksızlık gerçekten gücüme gitmeye başladı.
kişilik analizi yapabilecek kadar clark'ı tanıyan insanlarız hepimiz. kimseye güvenmeyen, kendisini saklamak konusunda yalan söylemekten çekinmeyen ve çevresindeki insanların da yalan söylemesini isteyen süper kahramana karşılık yalanı dolanı, parası araştırmaları ortada olan, yardım edebildiği her konuda çevresindekilerin yardımına koşması ile takdirimi kazanmış olan lex'in tırnağı olamaz süperman.

alnına sarkmış saç tutamı, mavi tayt üstü kırmızı donu ve masmavi gözleri ne kadar "karizmatik" olsa da insanda önce kişilik olacak kardeşim, özelliklerinin arkasında duracak, en sevdiği insanları kandırmayacak, herkesin güvenini kazanmaya çalışıp da millete sahte kişilikler sunmayacak. bir kurşundan daha hızlı koşmak, bir dağdan daha yükseğe zıplamak ya da bir trenden daha güçlü olmak değil kahramanlık; özünle sözünle bir olmaktır (lex gibi). kryptonite karşısındakinden daha zavallı işte süperman bu yüzden, yalan söylediği onca insan karşısında.
kötü adam olmak acaba gerçekten kötü mü?


ps: batman'le de ilgileneceğim hemen

Eylül 26, 2009

ateş su toprak tahta

"sen new york'sun büyük düşün": ny'de 15 dakika yürüme mesafesinde bulunan bir yere araçla yarım saatle giden başbakan artık oranın da akp'nin düzenlemelerine muhtaç olduğunu anlamış. zaten hep merak etmiştim nasıl oldu da el atmadılar diye, washington meydanında bir fıskiye olmadan nasıl rahat ediyorlar, kaliforniya'nın merkeze giden yollarına köprülü kavşak yapmadan nasıl uyuyabiliyorlar diye. meğer zamanını kolluyorlarmış, kurt gibi adamlar.

"küçük tayyip": aynı haberde bir de ayakkabıları delik deşik olan, okula giderken anasının elinden tutamamış bir yavrucak var. hep çocuklarının geleceğini düşünmüş ayacıklarına taşlar batarken ve demiş ki "bu taşlar batmasın diye ne yapabilirim, ne yapabilirim? buldum.. deniz'de yeterince yüzeyde kalabilirsek ayağımıza taş batmaz... hmmm.... gemi!!" çocuklarımın gemileri olursa ayaklarına taş batmaz"

"yeniden olacak o kadar": ciddi ciddi yeniden başladığına inanamıyorum ve gördüğüm kadarıyla eski programın üzerine hiçbir şey katmadan olduğu gibi başlamış resmen. tarif edilemez duygular içindeyim, bi ara tiyatroyu bırakıp açlık grevleri yapmışlar o da yetmemiş ölüm orucuna girişmişlerdi... kim ikna etti geri dönmeye, hangi mantıkla?

"the bodyguard": evet efendim kevin costner da destek verdikten sonra bize bok yemek düşer. daha fazla konuşup da kimseyi rencide etmek istemiyorum çünkü bizim oralarda buna elalemin derdi seni mi gerdi derler, ayıp

Temmuz 10, 2009

tepeden bakmak


sanat için yerlerde sürünmek...


her şeyi üstten çekmek istemek...

Haziran 15, 2009

türkçe sözlü hafif batı müziği

her yerde kar var: her türlü hayalimin gerçek olması durumunda çelişkilerle dolu bir hayatım olurdu; bu yüzden de sen daha ne istediğini bile bilmiyosun, önce karar ver de öyle hayallerine kavuş diyen iyilik melekleri var sanırsam beni dinleyen. ama madem iyilik meleğisin aradan tutarlı olan hayalleri seçip mutlu etsen bu garibi ne olur?
resimdeki gözyaşları: en sevdiğim çocuk masalı parmak çocuk olmuştur hep. geçenlerde dost kitabevinin çocuk kısmını gezerken masallara göz attım bi, parmak çocuk'un benim zamanımdaki gibi anlatılmadığını gördüm. masallar zamanla değişebilirler mi? benim bildiğim parmak çocuk, çocukları olmayan bir ailenin dualarının kabul olması üzerine bir saksıdaki çiçekten çıkmıştı. yıllarca camımın önünde çiçek besledim, parmak kadar bir çocuğa sahip olabilmek için. her türlü giyim, yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilecek planları bile yaptım. bu yaşıma geldim hala daha isterim parmak çocuğum olmasını ama çiçekten çıkcak. hatta sırf bu amaçla evimizde adını marsel koyduğumuz bir akça ağaç bonsai beslemekteyiz, belki japon bir parmak çocuk sahibi oluruz. marsel-san.
senden başka: saçma sapan korkularım var. karşıdan karşıya geçerken refüjde kalırsam arkadan biri gelip beni yola itecek diye çok korkarım.. sanki kenar kaldırımda böyle bir tehlike yokmuş gibi. merdivenden aşağı inerken burnumun üstüne düşmekten de acaip korkarım. maç izlerken futbolcuların ayağının kırılması ayrı bi kabus zaten. canlı canlı izlediğim üç kırılma olayı da var ki bu korku en gerçek olanı. yani futbolcular benim kadar korkmuyordur eminim.
aman petrol: genç nüfusun nerdeyse yarısı işsizken -asgari ücretle çalışanları da işsiz saymak türkiye ekonomisi ve türkiye'de alım gücü kapsamında pek de yanlış olmaz- vatandaşın cebinde para var diye bir cümleyi kurmayı bırak aklından geçirmek bence düşünce suçu kapsamında değerlendirilmeli.
seninle bir dakika: türkçe'de kısaltmalar konusunda edep dersimizi aldık, oturduk, ediyoruz ezber... her gördüğün a, k ve p harflerini "a" "ke" ve "pee" olarak okumayacaksın. ama "ce" "ha" "pee" diye bir okunuş vardır.
don kişot: iş aramak dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işidir.. birincisi ise iş bulup çalışmaktır. ama dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli işini yapabilmek için hep dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işini yapmak zorundayızdır. hani benim gençliğim, anne?

Haziran 12, 2009

yaz yağmuru


genel kurul sırasında, ankara'da kopmakta olan kıyamet nedeniyle ceylan derisi yavru ağzı koltuklarında oturan vekillerin üstüne çatı akmış, genel kurula üç beş damla nedeniyle ara verilmiş. türkiye'de sürekli damı/çatısı akan evlerde oturan insanların olduğunu bilmeyen insanlar bu damlalardan kaçmışlar. tam da kuraklıkla ilgili konuşmalar sırasında bunun olması ilginç tabi ama bu arada neşe dolu meclisimizde şakalaşan vekiller espiri yapmışlar. örnek olarak akp mersin mv. kürşad tüzmen "chp'nin üstüne yağmur mu yağdı? rahmettir rahmet.." demiş, eğlenmişler kuliste. bu olayla ilgili olarak ben chp vekillerinden genel kurula ara verilmesine karşı çıkmalarını, bulunacak bir leğen ya da kovanın akıntının altına konularak gerçekten halkın partisi olduklarını kanıtlamalarını, önümüzdeki seçimler için sevimli ve mazlum görünerek oy toplamalarını beklerdim. halkın partisi halkın davrandığı gibi davranmalıydı bence. üstüne su gelen vekiller kalkıp başka sıralara geçerek -sanki yer yok koskoca salonda, 550 vekilin tamamı gelip dolduruyo da orayı- leğene/kovaya yer açabilir, eğlenceli bir oturuma devam edilebilirdi. valla süper puan toplardı, halkın partisi olduğunu ispatlardı.

Atatürk resminin olmadığı, devlete ait tek yerin meclis genel kurul salonu olduğunu, burada ortaya yapılmış bahçecik sayesinde, Atatürk'ü anmak için atatürk çiçeği adı verilen çiçeğin yetiştirildiğini biliyor muyduk?

Haziran 09, 2009

asmak, kesmek, kelle uçurmak

öyle bir ülke ve öyle bir başbakan ki, duyduğun lafları gerçekten bir başbakan söylemiş olabilir mi diye düşünmüyorsun bile. en yeni örneği de gazetelerde çıkan "bu osmanlı döneminde olsa çok kelle alınırdı" beyanatı. şimdi bunu bir başbakan söyler mi yahu diye şüpheye düşmemizi gerektirecek durum nedir?
"osmanlı döneminde bu olamazdı çünkü yerel yönetimlerde başkanlık seçimi yapılan bir rejim olmamasının yanında böyle olsa bile alınan kelleler seçilemeyen adaya değil, oy vermeyen halka ait olurdu" (şimdi bu cümleyle akıllarına kötü fikirler getirmiş olur muyum acaba diye korktum da hee).
başbakanın bu cümleyi söylediğini iddia eden kişiler, canları bitaneleri başbakanlarını kötü bir insan gibi göstermemek için de hemen üstüne basa basa eklemişler "ama sevgiyle söyledi" başbakan sevgi içinde kellelerini alırken onların da huşu içinde "padişahım çok yaşa" diye bağıracakları, gözlerinden süzülen mutluluk göz yaşlarının sel olup akacağı, minik minik müminlerin tezahüratları arasında gavur izmir'in kurtulacağı bir ütopya yaşıyorlar.
ama hâlâ daha konunun can alıcı kısmı burası değil. ne acıdır ki artık duyduğum hiçbir açıklamaya "yok canım başbakan öyle şey söyler mi?" diyemiyorum.
"ananı al git burdan"
"bak, ben sana ‘sayın’ diyorum, ‘sen’ demiyorum...”
"beni küfür ettirecekler" (son saniyede söylüyor)
"teğet dediysek sürtünerek dedik"
"çanakkale burayı bize vermezse daha çok çekecek"
by r.t.e.

Mayıs 23, 2009

eve kapanma pazara çık !!!

ülkemizi teğet geçmiş olan krizin etkilerinin azaltılması için dahiyane fikirler ortaya çıkıyor bir bir. "psikolojik kardeşim bu kriz" aldatmacası tutmayınca "felaket tellalığı yapıyorlar" lafları havada kalınca kriz konusunda yeni bir yöntem deneniyor; suçu halka atmak! neymiş hane halkı evinde oturmasınmış, pazara çıkıp para harcasınmış, tüketim artsınmış da kriz geçsinmiş. madde madde yaklaşalım bu ekonomi kitaplarına girecek, üniversitelerin iktisat bölümlerine okutulacak kadar muhteşem fikre:

1. hane halkı evde oturup g.t büyüttüğü için kriz olmuş
2. çarşı pazar gezip alışveriş yapmak suretiyle para harcanırsa ekonomi canlanır
3. tüketimin artması demek üretim yapılması demek (nerde talep orda arz)
4. üretim artarsa işçiye ihtiyaç olur, işsizlere iş kapısı açılır, kriz atlatılır.

ilk önermenin doğru olduğu durumlar için çok mantıklı bir çözüm gibi görünen bu ucubik yaklaşım, daha baştan koktuğu için, iktisat alanında bir çığır açamayacak. zamanında demirel'in söylediği, insanları sinirlendiren ancak şu anda kullanmaktan çekinmeyeceğim bir laf var; ulen petrol vardı da biz mi içtik? para olsa harcarız zaar...
bu dahiyene fikri ortaya atanların 1929 bunalımında amerika'da uygulanan "çukur aç-kapa" sisteminin bir kısmını örnek aldıklarını ancak en önemli kısmını es geçtiklerini üzülerek görüyorum.
J. M. Keynes amca, büyük buhrandan kurtulabilmek için, bu buhrandan etkilenmeyen sosyalist ülkelere bakarak ekonomiye devlet müdahelesinin işe yarar olabileceğini düşünmüş ve amerikan hükümetine, işsiz kesime çukur açtırtıp başka işsizlere de bu çukurları kapattırarak ücret vermelerini, bu paraları harcayan halkın talep yaratması sonucunda üretimin de artarak krizin aşılacağını söylemiş olan ingiliz bir gay'dir. o dönem için işe yaramış olan teorinin yalnızca para harcandığı kısımdan sonrasını örnek olarak almak da ya salaklık ya cinliktir.
son 7 yıldır başta olanlar, bu kadar yılın bir kaç ayında başarılı olmuş gibi görünüp de geriye kalan tüm başarısız dönemlerde başkalarını suçlamayı çok iyi başardılar. dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülkenin başbakanı zamanında bir öyle bir konuşmuştu ki bu zamları hugo chavez falan yapıyo sanırsın. şimdi de öyle bir kampanya başlatılıyor ki meğer bu teğet geçen krizin asıl sorumlusu hane halkıymış da haberimiz yokmuş. bu ib.e hane halkı kesin akepe'nin muhteşem başarılarını çekemeyip, iktidarını sarsmak için böyle davranıyordur ve bence ivedilikle ergenekon kapsamına alınmalıdır.

Mayıs 13, 2009

noktalama

ünlem: uluslararası ilişkiler disiplinine, devlet-devlet ve birey-devlet ilişkilerini açıklama konusunda yardımcı olmak için "eurovision policy" adıyla yeni bir teori(1) eklemlenmesinde elimden geleni yapacağıma tüm benliğimle and içerim!! (bkz: g.tünden teori uydurmak)

soru işareti: 1,5 asırlık canım okulumun geleneksel eğlencesi olan "inek bayramı", şimdiye kadar hiç böyle bir rezillik görmedi. biz büyüdük ve kirlendi dünya psikolojisi mi bilmiyorum ama 150. yılını kutlayan bir okulun bahar bayramında (iki albüm yapıp şımarmış, ankara'nın bar grubu) "pilli bebek" kim? "zakkum" kim?? nerde o eski inek bayramları diyecek kadar yaşlandım mı yoksa gerçekten her şey gittikçe sönük ve sıradan bir hale mi geliyor, he telli turna?

virgül: bilim her geçen gün ilerleyen birşey; her seferinde yeni bulgularla gelişen, geliştikçe kafamızdaki soruları azaltan ve sonuna nokta konulamayan birşey. almanya'da evrime kanıt olabileceğini düşündükleri bir fosil bulmuşlar, ara form, geçiş halkası, maymun insan arası, nerden baksan 40 milyon yıllık bir fosil. 19 mayıs'ta (atatürk'ü anma, gençlik ve spor bayramı etkinlikleri çerçevesinde) BBC'de bir belgesel ile sunacaklarmış.

iki nokta üst üste: insanlara açıklama yapmak ya da bir fikri tartışma yoluyla kabul ettirmek çok zordur. bir konuyu açıklığa kavuşturalım ki hepimiz kendi düşüncelerimiz konusunda yobazız. bizim gibi düşünülmesini ister, bizim gibi düşünmeyenleri hor görürüz. bu yobazlığın belli seviyeleri olması önemli değil. bush ne demiş? amerika'nın yanında değilseniz karşısındasınızdır. (o zeka seviyesiyle bu cümleyi nasıl ezberledi acaba?)

üç nokta ard arda: genç nüfusu, aç nüfusu, işsiz nüfusu, eğitimsiz nüfusu ve aptal nüfusu ortalamaların çok çok üstünde olan yurdumun başbakanı en az üç çocuk salık verdiği zaman bu sözün peşinden gidecek olan kitleyi çok iyi biliyordu. çağdaş yaşam standartları olan, ilerici, aydın, laik ve atatürkçü kesim; önce okuyup, iş bulup, bekarlığın tadını çıkartıp yaş kemale gelince evlenip ondan sonra da belki bir bilemedin iki çocuk yapacak ancak cahil ve dallarından ampul ampul oy sarkan eğitimsiz kesim nikahta keramet vardır diye 15 ila 20 yaşlar arasında evlenip çocuğa dayanacak...

(1) McDonald's teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre McDonald's zincirleri bulunan ülkeler birbirleriyle savaşmazlar. ama bu teori Yugoslavya'da çökmüştür.

Nisan 30, 2009

star wars

üç gecedir aralıksız star wars izlemekten içim dışım güç oldu. karanlık tarafa gittim gittim geldim. itiraf edeyim ki daha önce hiç bir bölümünü izlememiştim ve star wars'tan nefret ediyordum. izlemediğim bir filmden neden nefret etmişim, niye hiç, bakalım bu film nasılmış ne diyomuş dememişim de uzaktan uzağa nefret etmişim bilmiyorum. kocamın zoruyla 6 filmi birden aldık ve maalesef izlemeye ilk filmden başladım. maalesef diyorum çünkü 3'ten sonra 4'ü izlemek, matrix'ten sonra dünyayı kurtaran adamın oğlu'nu hatta kendisini izlemek gibi bişi.
dünya çapında bir sinema eleştirmeni değilim ama izlediğim filmlerle ilgili kafamda oluşan düşünceleri bir eleştirmen gibi yorumlayabilirim. şimdi sözü eleştirmen kişiliğim el-myra dorsay'a bırakıyorum ve taa pazar günü demlediğim, küflenmeye yüz tutmuş çayımdan bir yudum alarak başlıyorum:

1. keşke 4, 5 ve 6 da yeniden çekilseymiş. neyse parası veririz.

2. g. lucas 3er saatlik iki filmle anlatılabilcek bir konuyu 2şer saatlik 6 filmle anlatmış. kimse yanlış anlamasın olumsuz bir eleştiri değil bu (ben hep p. jackson'a kızarım yüzüklerin efendisini 3er saatten 9 film yapmadığı için). böyle güzel filmler çok uzun olmalı bence. başladı mı aylarca izlenmeli, sindire sindire, keyfini ala ala.

3. her ne kadar yeni filmlerle aradaki teknoloji farkı anlaşılsa da 1, 2, 3 benim beklediğim kadar başarılı çekimler değildi. ama tabi ki sonu önceden izlenmiş bir filmden daha ileri bir teknoloji ile başlangıç olmaz diye önceki filmlere yakın bişiler yapılmıştır saygı duyarım. zaten onun için dedim keşke 4, 5, 6 da tekrar çekilseymiş diye. (bi de droidler, gemiler fln her bölümde aynı ya, onlar arasında bir fark görünmüyo zaman açısından. yalnız leia'nın yüzüne bakınca "evet bu film 70lerde çekilmiş" diyo insan. bi surat bu kadar mı zamanını yansıtır yahu.)

4. anakin ne kadar karizmatik ne kadar lider ruhlu bir adamsa mal oğlu luke da bi o kadar ezik bi o kadar sinir bi tip bence. öyle ana babadan bu bebe nasıl olmuş? hadi leia, padmé'nin kızı olduğunu belli ediyo da, o luke var ya... off sinir oldum.

5. bu çocukların anakin ve padmé'nin olduğu bilinmesin diye birbirlerinden ayrılıp başka ailelere verilmedi mi bu yavrucaklar? hadi leia'yı saklayabildiler de, sen kalkıp luke'a skywalker dersen olmaz ki. anlarlar ki. hatta anladılar ki.

6. jedi yetiştirmek için en makul yaş kaçtır? eşek kadar luke'u sanayide kaportacıya versen almazlar öğrenemez bu diye (babası kaportacıysa bi yere kadar olabilir). yoda anakin'e de bu kartlaşmış, olmaz daha da jedi demişti, başlarına bela bile oldu. luke'a da dedi aynı şeyi, sonra onu da darth vader'ı yenmenin tek yolu diye yetiştirdi.

7. anakin nasıl eğitildi göremedik ama luke, rocky yöntemiyle jedi oldu. doğal ortamda taşla sopayla, sırtında yoda'yla.. buzluktaki etleri yumruklayarak, karlı dağlarda yokuş tırmanarak. (ivan drago'yla karşılaşsa yenilirdi ama bence)

8. "ışın kılıcının kestiği kol kanamaz" kanasaydı baba oğul kan kaybından ölürlerdi yoksa.

9. harrison ford'u sevmiyorum.

10. fonda imperial march duyup üstüne yoda izleyince çok duygulandım. aah ah. nerde o eski telegol'ler, diiğ mi güntekin?

Nisan 29, 2009

rüya tabirleri

at: rüyada at görmekle ilgili yorumlar görülen atın rengine göre çok çeşitlilik göstermektedir. ancak genel olarak "at" kişinin bulunduğu konumdan ilerlemesine delalet eder, L şeklinde.

papatya: kişinin rüyasında papatya topladığını görmesi genellikle bazı konularda şüpheleri olduğu anlamına gelir. hayatında güvenmediği ya da inanmadığı kişiler olduğu ve aslında inanmamakta da haklı olduğu anlamına gelir. çünkü papatya toplayan kişinin hayatındaki insanın iki arada kalmış olması muhtemeldir, seviyorum? sevmiyorum?

rüyada sesinin çıkmaması: insanlarla konuşmaya çalışıp da sesinin çıkmadığı rüyalar karabasan olarak adlandırılır. kişi can hıraş konuşmaya bağırmaya çalıştıkça ter içinde kalır. bu korkulu rüya gerçek hayatta telefon faturasını ödemeyi unuttuğuna delalettir, ödenmesi gereken meblağ dökülen terle doğru orantılıdır.

Nisan 18, 2009

tümdengelim

ilkokula başlayan genç dimağlar okuma yazmayı bu taktikle öğrenirler. tam bir cümle halinde başladıkları serüvende önce sözcüklere sonra hecelere sonra da harflere geçilerek işlem tamamlanır. artık mini mini birler ezber olmadan gördüklerini okumaya başlarlar, tümdengelimin başarılı bir sonucu olarak.
bir de matematik sınavında öndekinin kağıdına bakıp sadece sonucu gördükten sonra, sorunun içindeki sayıları alakasız toplama, bölme, çarpma işlemleri kullanarak elindeki sonuca ulaştıran insanlar olur. eğitim sisteminde çok fazla ilerleme gösterememiş bir ülke olduğumuz gerçeği ile bakınca hâlâ böyle insanlar olduğunu çok rahat tahmin edebiliyorum. işte sonuçtan yola çıkıp alakasız işlemler yaparak problem çözen bu insanlar, sözel bölümler seçip matematikten kurtulmuş olsalarbile hayatın her alanında matematik olması nedeniyle, atıyorum bir savcı olduklarında ulaşılması gereken bir sonuç verilir ellerine, onlar da alakasız işlemler yapıp yanlış sayıları toplayarak zorlama şekilde istenen sonuca ulaşabilirler tümdengelimle. bunun yanında tümdengelimin asıl kullanım alanı okuma yazma olduğu için yıllarca sürecek bir dava konusu da yazabilirler. (hikayedeki olaylar ve kişiler uydurma olup, kimseyle alakası yoktur. benzerlikler sadece tesadüftür)

Nisan 13, 2009

hava bedava su pahalı

her programın deneme sürümünü indirerek 15 ila 30 gün arasında bedava program kullanmayı kendine kâr sanan bir kişiliğim. eski cd'lerin arasında istediğim programı bulursam benden mutlusu olmuyo dünyada. oohh beleşe kullancam istediğim kadar diye. eski sürümleri bile olsa "ama sonuçta iki yıl önce en iyi sürüm buydu" diye pozitivist hatta faydacı bir yaklaşımla mutluluğuma mutluluk katmam da cabası. hatta bi tane rewritable (gora'nın, teknik terim kullanıyorum ki cahil olduğum sanılmasın sahnesi) cd buldum yine eskilerin arasında, üstüne yazdıkça yazıyorum delicesine. işte bu da beni bu kadar beleşçi bir şahsiyet haline getiren kapitalist düzene kapak olsun.

Mart 31, 2009

Mad Melih 4

çocuklaaaarr.. melih amcamız bizi çok seviyor! işte ankara'yı turizmin başkenti haline getirecek, döviz üstüne döviz yağdıracak ve ankara'nın daha bir başka güzel olmasını sağlayacak mega projelerden yalnızca bir tanesi. bu resimde, muhteşem bir örneğini gördüğümüz eğlence turizminin vazgeçilmez elemanı "disneyland"ın, dünyanın hiç bir yerinde rastlanmamış korku tüneli eğlencesi. bu tünelden hızla geçerken küçük bir kıza sulanmakta olan yaşlı bir adam görüyoruz ve kızın ona itiraz edişini korku içinde izliyoruz. o minicik kız kötü yola düşüp o.ospu olmasın diye uğraşan bu adamın dramı hepimize ders oluyor.
projeye ait diğer resimlere de baktım, heyecanım kabardı, bu fantastik eğlence mekanının inşaatında çalışıp bir an önce tamamlanması için elimden geleni yapmak istiyorum. lambadan çıkan cinler mi istersin, her akşam havai fişek gösterileri mi tercih edersin? öyle böyle değil.
seçimden bir gün önce kızılay metrosundan geçmem gerekti.. geçenler bilir ki metronun altı tam bir sanat yuvası tam bir kültür mantarıdır. seçimlerden bir gün önce de yine bir sergi vardı. sürreal sanatçı gökçek'in tamamlanmamış metro eserlerinin fotoğraflarının sergisi. yani öyle bir sanat icra ediyor ki tamamlanmasına gerek kalmadan fotoğraflanıp sergilenecek kadar değerli, bitmesi gereken zamandan 3 yıl sonra bile bitirmesi gerekmeyecek kadar önemsiz...
bi de bu yaz k.çımızı yıkamaya bile su bulamayınca disneyland'a gelen binlerce turistten istediğimiz birini seçip ülkesiyle su karşılığında pazarlık yapcaz sanıyorum. bu yüzden benim tavsiyem suyu bol olan memleketlerden bir turist seçmek, örneğin isviçre