kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ocak 09, 2012

hollywood'dan özür dilerim

filmlerde falan merdivenden aşağı doğru, ters taklalar atarak düşen ve ayağa kalkan insanlar, iki gün öncesine kadar inandırıcı gelmezdi. o kadar merdivenden tepe taklak düşüp de nasıl ayağa kalkılabilir ki derdim. oluyormuş.
merdivenden çıkmaya çalışırken, basamakların dar ve dik olması yanında alkolün bozduğu balans ayarı nedeniyle -sayabildiğim kadarıyla- iki tam bir yarım ters takla atarak merdivenlerin sonuna iniş yaptım. sonuç: ayağa kalkılabiliyormuş.
geceye devam edip sabah 5te eve dönünce bile insan kendisini sapasağlam hissedebiliyormuş ama uyuyup uyandıktan sonra her bir basamakla temas etmiş olan her bir uzuv delice ağrıyormuş. çeşitli morlukların yanı sıra dışarıdan bakınca darbe aldığı anlaşılmayan yerlerde de hatrı sayılır ağrılar olması korkutuyor insanı bu arada.
filmlerde inandırıcı bulmadığım ikinci bir durumda tek tokatla ya da enseye tek darbeyle patates çuvalı gibi yığılan, bayılan insanlar. bunu da birebir tecrübe etmemek dileğiyle...

not: merdivenleri çeken bir güvenlik kamerası vardı, belki görüntüleri ileride internette görebilirim.

Temmuz 01, 2010

once upon a time in time

yaya olarak ya da bir araçla yol alırken karşı yönden gelen başka bir hareketliyi görmeye çalıştığım, onunla ilgili bir ayrıntı gözüme takılıp da emin olmak için incelemek istediğim anda ikimizin tam ortasına bir ağaç ya da ortalama genişlikte bir sütun girer; karşılıklı ilerleme hızımız, uzaklığımız ve bakış açım itibari ile tam olması gerektiği yerde olan bu engel kocaman insanı hatta eşek kadar arabayı görmemi mükemmel şekilde engeller. işte bu sadece bana oluyor olamaz, herkesin başına geliyor olduğundan eminim.
aslında iğrenç espri diye hakir gördüğümüz bazı durumların gerçek olduğunu bu yolla anlıyorum. örnek olayın iğrenç esprilerdeki yansıması ise "sen hiç ağacın arkasına saklanmış bir fil gördün mü" sorusudur. göremediğimize göre iyi saklanmıştır. demek ki yalnız değilim.

bununla birlikte, sadece kendimde olduğunu düşündüğüm bazı durumların yaş ilerledikçe aslında birçok kişide olduğunu öğrenmek yıktı beni. böyle bitanecik, farklı; siz nasıl diyor, "unique" bir insan sanıyordum kendimi küçükken. sadece ben yatarken hayal kurardım, kaldırım taşlarının çizgilerine basmayan benden başka insanlar yoktu, evde yalnızken kendi kendine konuşan tek insandım dünyada... büyümek hiç güzel gelmedi bana diğer insanlardan farksızlaşmaya başladığım için. sonra sonra farkımı koydum ortaya orası ayrı.

bir de buluşlar yapardım, her alanda mucit bir çocuktum. örneğin beddua diye bir sözcük bulmuştum, şimdi bazılarına tanıdık gelebilir ama küçükken ben bulmuştum bu insanlara kötülük eden dua sözcüğünü. hatta biraz büyüyünce insanların söylediğini duyup yaşadığım travmayı atlatamamış olabilirim.

kiremit tozu karışımlı güzellik maskesi formüllerim vardı küçükken şimdi kille yapılıyor bu maskeler. kesinlikle benden çalınan bir formül. biraz erken davransam çok pis zengin oluyormuşum amk.

*başlığı süprüz şarkıya bağladım, her yere şarkılar koydum, kendimce eğlendim

Mayıs 04, 2010

kişisel gelişim

kişisel gelişim diye başlık yazıp taslaklara kaydetmişim, ne düşünüp de yazmışım, kişiliğimi geliştirme konusunda bir boşluk mu hissetmişim hayatımda bilemedim. kişisel gelişim adı altında saçma sapan kitaplar yayınlanıyor, hayatını düzene sokmak, iş yerindeki hal ve hareketler ile iş arkadaşlarını kendine hayran bırakmak, patronu kıvamına getirip gözde eleman olmak, aşk hayatında ipleri elinde tutmak vs. vs.
30 yaşına gelmiş adama bu kitaplarla insanlık mı öğretilir, ilişki mi anlatılır? bunu yazan psikolog kişisi kendi hayatında ne kadar başarılı ayrıca? güzellik merkezi sahibi cildi bozuk, çirkin kadınlar olur ya güzellik tavsiyeleri verirken cildindeki oyukları sayarsın elinde olmadan ya da sigara içen dahiliye uzmanı, ciğer röntgeninden dersler verir de arada hırıl hırıl nefes alır...
beni tanımayan, çevremi bilmeyen, ailemi görmemiş, hayatımla ilgili en ufak bilgisi olmayan bir psikolog nasıl bana kişilik dersi verir, aklım almıyor.
böyle küçük şeyler'i sorun etmek ikili ilişkilerinizde sorunlara yol açabileceği gibi partnerinizin sizinle ilgili düşüncelerinde kararsızlıklara, güvensizliklere de neden olabilir. kendinizden emin davranışlarınız çevrenizde takdir toplamanıza, arkadaşlar arasında sözüne güvenilen bir kişi olmanıza yardımcı olacaktır. (uuuu, şimdi grubumun lideri olabilirim)

Mayıs 02, 2010

Quija Board

küçükken tepsi içine, üstüne harfler, rakamlar, evet ve hayır yazan kağıtlar hazırlayıp; kahve fincanının içine dualar okuyup ruh çağırmıştık kuzenlerle. parmaklarımız ters duran fincanın üzerinde, gelen ruha sorular sorup, fincanın tek tek harfleri gezerek yazdıklarını okurken birden ışık söndü ve odanın kapısı yavaşça, gıcırdayarak açılmaya başladı.
en büyüğümüz 12 yaşındaydı o zaman. çığlıklar atarak, ağlayarak birbirimize sarıldık, annemin "kemal, korkudan öldüreceksin çocukları" diyen sesini duyana kadar. deli babam gerçekten korkudan öldürecekti küçücük çocukları.
yıllar sonra discovery'de hayaletlerle ilgili bir belgesel izledim. aslında hayaletlerin olduğu, insanları rahatsız ettiği gerçek olaylar diye gösterilen bu seride, evinde bazı gerçeküstü olayların olduğunu iddia eden insanların bu olaylardan rahipler aracılığı ile kurtulmasını anlatıyordu. bir nevi "The Exorcist". (bir de el kamerasıyla çekilmiş paranormal activity var) bu tip hikayelere inanan insanlar için bedenimizin içinde yaşayan bir ruh var, ölümsüz. bizi kıyamette temsil edecek ve onun üzerinden ceza ya da ödül belirlenecek ve benim ruhum epey rezil olacak oralarda maalesef, sürekli cezaya maruz kalarak :)

neyse laf aramızda aslında ruh diye bişi yok

Kasım 16, 2009

anlamsız sıkıntı

bazen olur ya böyle nedeni olmayan bir moral bozukluğu, içinde kötü şeyler olacakmış gibi bir his. sonbaharın en popüler ruh hali; kasvetli bir hava, şıpır şıpır yağmur sesi, inadına açılan hüzünlü müziklerle düşünceleri bunaltma isteği...
bu sıkıntıyı geçirecek en güzel reçete bir bardak sıcacık ıhlamur alıp eline, çıtır çıtır yanan bir sobanın başında güzel bir kitap okumak aslında ama nerde öyle yanındaki minik fırınına patates atıp közleyebileceğin, üzerinde tısırdayarak kaynayan bir güğüm suyun bulunduğu sıcak, içten ve huzur dolu sobalı evler?
sobada kömür çıtırdadıkça açılmaz mı ruhundaki sıkıntı, içine mutluluklu dolmaz mı insanın... üşengeçlikten dolayı huzurumuzu da bir kenara bırakıp kaloriferli evlere geçtik geçeli daha sinirli daha tahammülsüz daha bencil olduk bu kocaman, kim kime dum duma, soğuk, gelişmiş(!) şehirlerde. havanın ısısına göre ayarlanmış kazanların ısıttığı bir sürü demir yığınlı fiziken sıcak ama manen soğuk evlerde yaşayan yüzü gülen ama içi ağlayan insanlar...
camlardan giren soluk gün ışığında eşyaların gölgeleri sabit duruyor artık, sobanın tavana yansıyan ve gölgeleri kımıldatan ışığı yok, bizimle birlikte yaşayan evler değil artık yaşadığımız yerler.
annanemin evi sobalıydı bir tek koskoca çevremde, kışın hep orda kalmak isterdim... artık o ev de yok, kocaman bilmem kaç şeritli yol geçti güzelim evin üstünden. bahçedeki çeşit çeşit ağaçlar, en küçüğü 50 yaşında olan, hormonsuz zehirsiz meyve yediğimiz ağaçlar kesildi, yerine kaloriferli evler olan dev apartmanlar dikmek için.
kartopu oynayıp, naylon torbalarla yokuşlardan kayıp soğuktan morarınca eve gelip de soba borusuna sarılarak ellerimizi ısıtamayacağız hiç bir zaman artık, ki zaten doğru düzgün kar bile yağmıyor soğuktan morarıp da güle oynaya sobaya sarılmaya koşalım.
yaşlandım da orta yaş bunalımına bile girdim he? vay beee

Haziran 21, 2009

bölünme

el-uno: birinci kişilik, çizim konusunda yetenekli. çok başarılı, dünyaca ünlü bir illüstüratör ve sinema, sinema tarihi, filmler konusunda uzman.
el-due: ikinci kişilik dikiş konusunda bir numara. moda dünyası onun gibi bir yetenek daha görmemiş, tüm ünlü markalar peşinde ve sporla ilgili hemen her şeyi biliyor, her türlü karşılaşmayı izliyor.
el-tre: son kişilik de edebi yönü kuvvetli muhteşem bir yazar. her yazdığı kitap kapış kapış satılıyor, insanlar geceden kuyruklara giriyor alabilmek için ve tarih konusunda bir uzman.
kapak tasarımını el-uno'nun yaptığı kitaplarının imza günlerine, el-due'nin diktiği muhteşem kıyafetleriyle katılan el-tre, hayatından en memnun olan kişilik.
ancak amerikan filmlerinden öğrendiğimiz şey, kişilik bölünmesi olan insanların bu kişiliklerinden birinin muhakkak kötü/cani/katil biri olması ve diğer kişilikleri bastırarak tek başına ortaya çıkmaya çalışmasıdır. şimdi bunlardan hangisinin kötü olduğunun kararını veremem, hepsi benim kişiliğim, hiç insan kendi kişilikleri arasında ayrım yapabilir mi?
katil olmaya en yakın kişilik el-due ama diğerlerine baskın olabilecek kişilik el-tre. el-uno ise gayet cin/kurnaz olabilecek kapasiteye sahip bence.
işte tüm bu karmaşa içinde onlar birbirlerini yiye dururken el-myra üste çıkıp, tüm bu yeteneklerin ve uzmanlıkların bir kısmını kendinde toplayarak tek başına hepsinin lideri olmuş ve onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

Haziran 15, 2009

türkçe sözlü hafif batı müziği

her yerde kar var: her türlü hayalimin gerçek olması durumunda çelişkilerle dolu bir hayatım olurdu; bu yüzden de sen daha ne istediğini bile bilmiyosun, önce karar ver de öyle hayallerine kavuş diyen iyilik melekleri var sanırsam beni dinleyen. ama madem iyilik meleğisin aradan tutarlı olan hayalleri seçip mutlu etsen bu garibi ne olur?
resimdeki gözyaşları: en sevdiğim çocuk masalı parmak çocuk olmuştur hep. geçenlerde dost kitabevinin çocuk kısmını gezerken masallara göz attım bi, parmak çocuk'un benim zamanımdaki gibi anlatılmadığını gördüm. masallar zamanla değişebilirler mi? benim bildiğim parmak çocuk, çocukları olmayan bir ailenin dualarının kabul olması üzerine bir saksıdaki çiçekten çıkmıştı. yıllarca camımın önünde çiçek besledim, parmak kadar bir çocuğa sahip olabilmek için. her türlü giyim, yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilecek planları bile yaptım. bu yaşıma geldim hala daha isterim parmak çocuğum olmasını ama çiçekten çıkcak. hatta sırf bu amaçla evimizde adını marsel koyduğumuz bir akça ağaç bonsai beslemekteyiz, belki japon bir parmak çocuk sahibi oluruz. marsel-san.
senden başka: saçma sapan korkularım var. karşıdan karşıya geçerken refüjde kalırsam arkadan biri gelip beni yola itecek diye çok korkarım.. sanki kenar kaldırımda böyle bir tehlike yokmuş gibi. merdivenden aşağı inerken burnumun üstüne düşmekten de acaip korkarım. maç izlerken futbolcuların ayağının kırılması ayrı bi kabus zaten. canlı canlı izlediğim üç kırılma olayı da var ki bu korku en gerçek olanı. yani futbolcular benim kadar korkmuyordur eminim.
aman petrol: genç nüfusun nerdeyse yarısı işsizken -asgari ücretle çalışanları da işsiz saymak türkiye ekonomisi ve türkiye'de alım gücü kapsamında pek de yanlış olmaz- vatandaşın cebinde para var diye bir cümleyi kurmayı bırak aklından geçirmek bence düşünce suçu kapsamında değerlendirilmeli.
seninle bir dakika: türkçe'de kısaltmalar konusunda edep dersimizi aldık, oturduk, ediyoruz ezber... her gördüğün a, k ve p harflerini "a" "ke" ve "pee" olarak okumayacaksın. ama "ce" "ha" "pee" diye bir okunuş vardır.
don kişot: iş aramak dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işidir.. birincisi ise iş bulup çalışmaktır. ama dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli işini yapabilmek için hep dünyanın en sıkıcı, en yorucu, en stresli ikinci işini yapmak zorundayızdır. hani benim gençliğim, anne?

Haziran 08, 2009

differential existence

değer verdiğim kişi için diğer herkesten farklı olmazsam ne anlamı var ki hayatımda benim için en değerli olan insanın yanımda olmasının? benim kimseden farklı olduğumu düşünmüyorsa ve aslında aynı gördüğü bir kaç kişiden doğru zamana denk gelmiş olmam tek farkımsa gözünde, (yıkın, diktiğiniz heykellerimi :P) yaşananlar hep yalan olmaz mı? nasıl inanırsın ki sevildiğine?

Haziran 03, 2009

carpe diem

çocukluk zamanıma, bisiklet üstünde geçen koskoca yazlara, tek derdimin akşam ezanıyla eve girmek zorunda olmak olduğu günlere dönmek istiyorum.
ilkokul yaşıma, siyah önlüklü, saçı toplu günlerime, ödevleri yapmak istemeyip de ske ske yaptığım yıllara dönmek istiyorum.
lise yıllarıma, her sınavda kopya çekmenin marifet sayıldığı ortamlara, dersanenin sıkıcı akşamlarına dönmek istiyorum.
üniversite günlerime, gamsız tasasız hayatıma, finallerden bunalmış lanet eden günlerime dönmek istiyorum.
yıllar sonra bu günlere de dönmek isteyeceğimi bilip şimdinin tadını çıkarıyorum, kendimle gurur duyuyorum.

Mayıs 29, 2009

boş oturma boşa çalış

iş yapmış gibi görünürsün...

Mayıs 26, 2009

tadilat

apartmanda duvar, tavan ya da taban aracılığıyla sınır komşunuz olan kişilerin evlerinde yapılan tüm tadilatları birebir yaşarsınız. gürültüsüyle, pisliğiyle hatta bazen kırık döküğüyle. iki gündür banyo duvarı komşumuzun banyosunda yapılan tadilat nedeniyle kafa tasım matkapla delinmekte, titreşimler nedeniyle de banyoda ne var ne yok yere inmekte. bir kutu sıvı el sabununun lavabo kenarından kayıp düşmesi sonucu içindeki sabunu ankara kanalizsyonuna bağışlamış bulunuyoruz. ama sabunluk kırılmamış neyse ki.
beni bu derece rahatsız eden gürültünün, gürültüyü yapanları daha çok rahatsız etmediğini bilmek de daha bi sinir olmama neden oluyo. sanırım insan psikolojisi kendi yaptığı gürültüden rahatsız olmamaya ayarlıyor tüm bünyeyi ve sesi çıkartanlar, sesi dinleyenler kadar rahatsızlık duymuyorlar. bunu tadilat dolayısıyla anlamış değilim tabi ki. rahatsız edici sesler çıkartan aletler kimin eline geçse, ister istemez o sesi çıkartıyor ve kendisi rahatsız olmuyor. çevredekiler "yeter yaa yapma şunu" gibi sitemlerde bulununca kişi daha da gaza geliyor falan. ancak kızanlardan birisi o aleti ele geçirince o da başlıyor aynı sesi çıkartmaya. işte o zaman anlıyor ki kendisi sesi çıkartan olunca rahatsız olmak ne kelime bundan zevk bile alıyor. (matkap için geçerli olmayabilen önerme)

Nisan 30, 2009

star wars

üç gecedir aralıksız star wars izlemekten içim dışım güç oldu. karanlık tarafa gittim gittim geldim. itiraf edeyim ki daha önce hiç bir bölümünü izlememiştim ve star wars'tan nefret ediyordum. izlemediğim bir filmden neden nefret etmişim, niye hiç, bakalım bu film nasılmış ne diyomuş dememişim de uzaktan uzağa nefret etmişim bilmiyorum. kocamın zoruyla 6 filmi birden aldık ve maalesef izlemeye ilk filmden başladım. maalesef diyorum çünkü 3'ten sonra 4'ü izlemek, matrix'ten sonra dünyayı kurtaran adamın oğlu'nu hatta kendisini izlemek gibi bişi.
dünya çapında bir sinema eleştirmeni değilim ama izlediğim filmlerle ilgili kafamda oluşan düşünceleri bir eleştirmen gibi yorumlayabilirim. şimdi sözü eleştirmen kişiliğim el-myra dorsay'a bırakıyorum ve taa pazar günü demlediğim, küflenmeye yüz tutmuş çayımdan bir yudum alarak başlıyorum:

1. keşke 4, 5 ve 6 da yeniden çekilseymiş. neyse parası veririz.

2. g. lucas 3er saatlik iki filmle anlatılabilcek bir konuyu 2şer saatlik 6 filmle anlatmış. kimse yanlış anlamasın olumsuz bir eleştiri değil bu (ben hep p. jackson'a kızarım yüzüklerin efendisini 3er saatten 9 film yapmadığı için). böyle güzel filmler çok uzun olmalı bence. başladı mı aylarca izlenmeli, sindire sindire, keyfini ala ala.

3. her ne kadar yeni filmlerle aradaki teknoloji farkı anlaşılsa da 1, 2, 3 benim beklediğim kadar başarılı çekimler değildi. ama tabi ki sonu önceden izlenmiş bir filmden daha ileri bir teknoloji ile başlangıç olmaz diye önceki filmlere yakın bişiler yapılmıştır saygı duyarım. zaten onun için dedim keşke 4, 5, 6 da tekrar çekilseymiş diye. (bi de droidler, gemiler fln her bölümde aynı ya, onlar arasında bir fark görünmüyo zaman açısından. yalnız leia'nın yüzüne bakınca "evet bu film 70lerde çekilmiş" diyo insan. bi surat bu kadar mı zamanını yansıtır yahu.)

4. anakin ne kadar karizmatik ne kadar lider ruhlu bir adamsa mal oğlu luke da bi o kadar ezik bi o kadar sinir bi tip bence. öyle ana babadan bu bebe nasıl olmuş? hadi leia, padmé'nin kızı olduğunu belli ediyo da, o luke var ya... off sinir oldum.

5. bu çocukların anakin ve padmé'nin olduğu bilinmesin diye birbirlerinden ayrılıp başka ailelere verilmedi mi bu yavrucaklar? hadi leia'yı saklayabildiler de, sen kalkıp luke'a skywalker dersen olmaz ki. anlarlar ki. hatta anladılar ki.

6. jedi yetiştirmek için en makul yaş kaçtır? eşek kadar luke'u sanayide kaportacıya versen almazlar öğrenemez bu diye (babası kaportacıysa bi yere kadar olabilir). yoda anakin'e de bu kartlaşmış, olmaz daha da jedi demişti, başlarına bela bile oldu. luke'a da dedi aynı şeyi, sonra onu da darth vader'ı yenmenin tek yolu diye yetiştirdi.

7. anakin nasıl eğitildi göremedik ama luke, rocky yöntemiyle jedi oldu. doğal ortamda taşla sopayla, sırtında yoda'yla.. buzluktaki etleri yumruklayarak, karlı dağlarda yokuş tırmanarak. (ivan drago'yla karşılaşsa yenilirdi ama bence)

8. "ışın kılıcının kestiği kol kanamaz" kanasaydı baba oğul kan kaybından ölürlerdi yoksa.

9. harrison ford'u sevmiyorum.

10. fonda imperial march duyup üstüne yoda izleyince çok duygulandım. aah ah. nerde o eski telegol'ler, diiğ mi güntekin?

Nisan 13, 2009

hava bedava su pahalı

her programın deneme sürümünü indirerek 15 ila 30 gün arasında bedava program kullanmayı kendine kâr sanan bir kişiliğim. eski cd'lerin arasında istediğim programı bulursam benden mutlusu olmuyo dünyada. oohh beleşe kullancam istediğim kadar diye. eski sürümleri bile olsa "ama sonuçta iki yıl önce en iyi sürüm buydu" diye pozitivist hatta faydacı bir yaklaşımla mutluluğuma mutluluk katmam da cabası. hatta bi tane rewritable (gora'nın, teknik terim kullanıyorum ki cahil olduğum sanılmasın sahnesi) cd buldum yine eskilerin arasında, üstüne yazdıkça yazıyorum delicesine. işte bu da beni bu kadar beleşçi bir şahsiyet haline getiren kapitalist düzene kapak olsun.

Mart 30, 2009

sihirli değnek



her şeyi benim isteklerim doğrultusunda değiştirebileceğim sihirli bir değneğim olsaydı, dünyadaki herkesin benimle aynı görüşte olmasını sağlayabilecek olsaydım bile bunu tercih etmezdim.. insanlar farklı şeyler düşünüp, farklı inançlara sahip oldukları sürece hayatın eğlenceli ve sürdürülebilir olduğunu düşünüyorum. ancak bu noktada kendimle çelişiyorum. çünkü dünyadaki bir çok insan herkesin kendisiyle aynı görüşte olmasını istiyor ve istemekle de kalmayıp bu uğurda insan öldürüyor, farklı düşüncede olanları sindirmek için kaba etlerinin arasından iddianamler uydurup, onları tutukluyor ve kişilerin gözlerini korkutup kendi düşüncesini yaymaya çalışıyor. bu durumda sihirli değneğimle yapacağım şey; bu kişilerin, insanların farklı şeyler düşünebilmesine saygı duyabilecek seviyeye gelmesini sağlamak olurdu. yani aslında ben de herkesin benim gibi düşünmesini istemiş mi oluyorum kararsızım...

Mart 26, 2009

uyku

sanırım uyku tanrısı hypnos tarafından lanetlenmiş bulunuyorum. yani ben ezelden beridir çok uyudum, çok uyurum ama bu kadarı da abartılı gelmeye başladı. yani günlük uykum 12 saati geçmeye başladı, korkuyorum rüya alemine geçiş yapıp bi daha asla kendime gelemicem diye. ve hypnos'tan beni rahat bırakmasını hatta mümkünse alektryon'un sabahları öterek beni uyandırmasını zeus babadan diler, tüm olympos aleminin ellerinden öperim.

Mart 16, 2009

çöp çıkartmak

apartman görevlisinden dayak yemek üzereyim sanırsam. çöpleri toplarken bi kaç azarını yemiştim daha önce. "çöpleri günlük olarak kapıya koyarsanız daha iyi olur, birikince ağır oluyor, benim belimde fıtık var zorlanıyorum taşırken" diye başlayıp, "ben her akşam geliyorum çöp almaya, neden her akşam çıkmaz ki bu çöpler?!!" diye devam eden sitemler bir gün başımdan aşağı boşalan bir çöp poşeti ile sonuçlanacak sanıyorum. ama her akşam gelince bi kapıyı çalıp sorsa çöp var mı diye ben de çıkartırım o günkü çöpü ve sorun biter, unutuyorum napiim?




Mart 06, 2009

yaza doğru

rejim yapmaya başlıyorum, ancak şartlar çok ağır. selülitlerden tam olarak kurtulmak için bi sabun getirmiş kocacım, ama kola, kahve, alkol ve sigarayı bırakmam lazım, onları içmesem zaten bi sorun yok ki sabunu naapıyım? ben de kendi şartlarımı koydum, kahve zaten içmiyorum, kolayı bırakırım, alkolü azaltırım, sigara olduğu gibi kalır. benden bu kadar, işine gelirse. sonra bi günlük detoks yapcam pazar günü, ardından süper bi rejim. zayıflayamazsam da benim kemiklerim iri der kendimi kandırırım artık.

Mart 04, 2009

çıkmaz

muhteşem gelinliğimi terziye götürüp, üst kısmını büstiyer yaptırıp arkadaşımın düğününde giysem çok mu ayıplanırım?

Şubat 25, 2009

kaçıncı sanat?

korku filmlerinin "ay gülmekten öldüm" insanları o kadar sinir bozucu olur ki, gülerek ölmesini isterim bazen psikopatça. izlediğin bişiden korkmamak çok normaldir çünkü zaten onun onlarca kişinin olduğu bir sette çekildiğini ve gerçek olmadığını bilirsin. korkanlar da bunun farkındadır, yani izlediği şeyin gerçek olduğunu sanıp babanne edasıyla "ayyy, kız kaçıl ordan arkandan geliyo manyak" demiyolar, kendilerini kaptırıp onun gerçek olsa ne kadar korkunç olacağını düşünüp "korkmak" duygusunu sonuna kadar yaşıyorlar. romantik film izleyip ağlamak ya da komedi filmi izleyip gülmek kadar normal. işte bu korkuyu yaşayan insanlara da imreniyorum çoğu zaman.. korku filmi izlerken altıma etcek kadar korkup gözlerimi kapatmayı, dudağımı ısırıp yanımdakine "nooldu nooldu" demeyi gerçekten istiyorum.
her tür film için böyle duygular yaşayabilmek çok güzel. en son milk'te sean penn'in yaşattığı duygu gibi. "ay adam cidden eşcinsel mi acaba?" diye düşündürebilecek bir insan olduğu için ya da "i'm sam"de kendisini tanımayanlara gerçekten 7 yaş zekasına sahip birinin oynadığı izlenimi verdirebilen bir insan olduğu için seviyorum sean penn'i. bi de oscar konuşmasında -oscarı almayıp tavrını göstermesi taraftarı olanlar da olsa- akademiye "sizi komünist eşcinsel seven şeyler sizi" dedi ya, yesinler onu

Şubat 21, 2009

harflerle dans

henüz yeni yetme bir el-myra iken yazmak istdiğim kitaplarla ilgili taslaklar oluştururdum. hep böyle farklı bi kitap yazmak ister, saatlerce cümle yazıp karalardım. sonra dedim ki içindeki tüm sözcüklerin "a" ile başladığı bir kitap yazsam çok mu ilginç olur acaba? hemen denemelere başladım tabi.. hem kurgusu olacak hem anlamlı cümleler olacak hem de her şey a ile başlicak. haftalarca yazdım ama toplam 3 sayfa yazı çıktı anlam ifade edebilen. hevesim kırılana kadar ne çok hayal kurdum oysa.. 28 kitaplık bir seri hazırlayıp zengin olacaktım. gerçi bazı harflerde kitabı geçtim bir el ilanı yazacak kadar bile sözcük yoktu ama olsundu.
bunu yapamayacağımı anlayınca dedim ki madem bu olmuyo ben de içinde "a" harfinin hiç olmadığı bir kitap yazarım, sonra b'nin, c'nin... bundan 15 yıl önce bulduğumu sandığım bu fikri ben hayata geçiremeden öğrendim ki elin fransızı (Georges Perec) "e" harfinin olmadığı bir kitap yazmış yıllar önce. (kendi adında bile 4 tane "e" var yahu) hep böyle bişeyleri kendimin bulduğunu sanıp sonra da var olduğunu öğrendim o dönemde. acılarla dolu ergenlik yılları...
en azından fransızca öğrenip kitabı hiç e kullanmadan türkçe'ye çeviriyim dedim, onu da bi kaç yıl önce Cemal Yardımcı kişisi yaptı sağolsun. bunu yapmak kolay tabii, hadi tüm sözcüklerin "e" ile başladığı bi kitap yazın da görelim.. hıhh