Aralık 18, 2010

ankara'nın halleri

ankara'mın 4 (dört) hali vardı eskiden. her mevsim çatır çatır yaşatırdı kendisini. öyle bir ilkbahar olurdu ki ağaçlar çiçekten yerlere değerdi. her sokakta çiçekleri birbirinin üstüne çıkan ağaçlar, mis gibi bir koku, üşütse mi ısıtsa mı bilemeyen güneşli bir hava... ilkbaharın rengi,kokusu, sesi olurdu. sabah kalkınca güneşin ışığından anlaşılırdı bahar olduğu.
sonra çiçekler yerlere serilir, hafif rüzgarla uçuşurdu. tam güneş yaz sarısına dönerken kırkikindiler başlardı. sabah güneşli öğleden sonra yağmurlu (ahmak ıslatan:))
yazın kuru bir sıcak ama güneşin geldiği yerde sıcaklardın, bir direğin küçücük gölgesi bile serin olurdu. yazdan nefret etsem de ankara'da güzel olurdu yaz bile.
yavaştan sararmaya başlardı her yer, yolda yürürken çıtır çıtır ederdi tüm sokaklar. kurumuş da sonra ıslanmış yaprak kokardı arada. bi soğuk bi sıcak bi serin bi ılık yaşarken birden gelirdi kuru ayaz (eşek donduran:)) pastırma sıcaklarından önce jilet gibi keserdi hava, sonra bi ilkbahar kokusu aniden, çok değil bi iki gün.
bembeyaz ankara kasım sonunda başlardı. küçükken dizim yere yakın olsa da en az benim dizime kadar gelirdi şehir merkezinin kar kalınlığı. bata çıka, dona dona, eller burun kıpkırmızı yuvarlanırdık karda. bi iki derece eğim bulduk mu poşetleri altımıza alıp kayardık savrula savrula. küresel ısınıyo muyuz yoksa buz çağına mı giriyoruz karar veremezken ankara bugün bu 4. halinde. kar yağıyor bu gece, öyle beyaz ki şehir!

Aralık 05, 2010

gereksiz ama önemli şeyler

bazı insanların karşılarında dart tahtası asılı durmamalı. ne kadar kendini tutmaya çalışsa da sonunda üstündeki sayıları toplayıp, çıkarıp, çarpıp hatta karesini alıp diğerine bölüp falan onların arasında bir bağlantı bulmak için beynini yakabilir. karşılıklı sayıların toplamından farklarını çıkarırsaaak...
insanların bulunduğu ortamlar çok yorucu olur; kanlı canlı insan olmasına gerek yok, diziler, filmler falan da aynı işi görür. her görünen elde 5 parmak olup olmadığını kontrol etmek baş döndürür. marilyn monroe'nün ayağında 6 parmak var!
tipografik bir tasarımda koyu/büyük/farklı yazılmış sözcüklerin ayrı bir cümle oluşturup oluşturmadığı, alttan alta bir mesajı olup olmadığı gibi araştırmalar yaparken, yazının tamamında ne yazdığı okunamayabilir.
binadaki merdiven sayısının gün içerisinde değişmeyeceğini bilmek, onları tekrar tekrar saymaya engel değildir. apartman girişindeki üç basamak bile önemli bu konuda. tek tek, çifter çifter, üçer üçer sayarak, sayma işlemine minik sürprizler eklenebilir. her katta 18 basamak olması ve bir adımda 4 basamak çıkamamak nedeniyle, hep de tam bölen sayılarla çıkılır o merdivenler. artan basamak yok, çok süper. bir katı tek tek, bir katı çift çift diğer katı da üç üç sayınca yorucu olur ama hala toplamda 57 basamak olduğunu bilmenin rahatlığı her şeye değer.
yazı yazarken bir sözcük değil beş sözcük bile önce bir yanlış yapıldığı fark edilince yazılmış olan tüm sözcükler silinerek geri gidilir ve düzeltme yapılıp hepsi yeniden yazılır.

bonus: bir internet sitesi içinde dolaşıldıktan sonra siteyi kapatırken önce anasayfaya dönülür ki ortalık dağınık kalmasın.

Aralık 03, 2010

sevgi saygı hoşgörü

insan sosyal hayvandır ya da insan politik hayvandır hatta insan düşünen hayvandır şeklinde sınıflandırmaların temel mesajı sonuçta insanın hayvan olması.
insanda içgüdü yoktur diyerek hayvandan ayırmaya çalışanlar olsa da -var olan içgüdülerin içdürtü olarak kabulü- bildiğin hayvanız işte. yaşamak için öldüren hayvandan daha hayvan olarak zevk için de öldürüyoruz örneğin ya da güce tapan yanımızla, sürünün en güçlüsünün çevresinde dört dönen kurtlar gibiyiz. eşek diyince alınıp aslan diyince böbürlenen özenti hayvanlarız.
sosyalleşme sonucunda yaşadığımız toplulukta bazı değerler oluşturmuşuz, saygı ve hoşgörü gibi, sevgi de belki sadece insan topluluklarına aittir bilemiyorum. ama kendi oluşturduğumuz bu toplumsal değerleri bile bilmeden kullanıyoruz, öğretildiği gibi yani ezberlediğimiz gibi.

akrabanı sevceksin; kan bağın var.
büyüğüne saygı duyacaksın; senden çok şey biliyor.
çevrendekilere hoşgörülü olacaksın; birlikte huzurlu yaşamak için.

sevmekle ilgili sorunum sevginin içinden gelmesi. sırf kan bağım var diye bana zarar veren bi insanı neden seveyim ki? hatta zarar vermesine bile gerek yok sevmek için neden bulamıyorsam neden seveyim? "sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir" melodisi eşliğinde düşünüyorum bu dediklerimi. nedensiz sevgi mi olur yahu? nedensiz olsaydı herkesi severdik. sonuçta bence kimse kimseyi sevmek zorunda değildir, sevmek için nedeni yoksa ya da sevmemek için nedeni varsa, kendine mantıklı gelen, kendine göre doğru olan bir neden.

saygı duymakla ilgili sorunum saygının karşındakinden kaynaklanması. bende saygı uyandırmayan birisine neden saygı duymalıyım? her insan saygıyı hak eder lafına katılmıyorum. o zaman gerçekten saygın olanların değeri düşmez mi? lise öğretmenlerimden ikisi arasında böyle bir kıyaslama yapıyorum. birisi öğretmenlik adına bana hiç katkı sağlamamış, sadece üst olmasını kullanarak öğrencileri susturmuş müdür yardımcımız diğeri her birimize ayrı değer verip bizimle yararlı bir ilişki sağlamaya çalışmış olan tarih öğretmenimiz. ikisine de saygı duysam tarih öğretmenime haksızlık olmaz mı bu?

hoşgörü aralarında en zor olanı bence. birçok insanın en zorlandığı konu. "düşünceme saygı duymak" değil de "ona dünyanın en yanlış şeyiymiş gibi gelen düşünceyi" hoşgörüyle karşılamak zorluyor insanları. insanların en sık kullandığı laf "tamam, saygı duyuyorum ama..." yani diyor ki "saygı duyuyorum tamam ama bi siktir git öyle şey mi olur?" hoşgörülü olmak için saygıyı bi adım aşmak gerekiyo galiba, düşünceme saygı duymasından çok ona göre yanlış olmasına rağmen hoşgörülü olması önemli sanırsam. böylece ben farklı düşünüyorum diye içinden beni öldürmek geçmez. yani bence. tam da bilemedim şimdi ama öyle gibi geldi...