insan sosyal hayvandır ya da insan politik hayvandır hatta insan düşünen hayvandır şeklinde sınıflandırmaların temel mesajı sonuçta insanın hayvan olması.
insanda içgüdü yoktur diyerek hayvandan ayırmaya çalışanlar olsa da -var olan içgüdülerin içdürtü olarak kabulü- bildiğin hayvanız işte. yaşamak için öldüren hayvandan daha hayvan olarak zevk için de öldürüyoruz örneğin ya da güce tapan yanımızla, sürünün en güçlüsünün çevresinde dört dönen kurtlar gibiyiz. eşek diyince alınıp aslan diyince böbürlenen özenti hayvanlarız.
sosyalleşme sonucunda yaşadığımız toplulukta bazı değerler oluşturmuşuz, saygı ve hoşgörü gibi, sevgi de belki sadece insan topluluklarına aittir bilemiyorum. ama kendi oluşturduğumuz bu toplumsal değerleri bile bilmeden kullanıyoruz, öğretildiği gibi yani ezberlediğimiz gibi.
akrabanı sevceksin; kan bağın var.
büyüğüne saygı duyacaksın; senden çok şey biliyor.
çevrendekilere hoşgörülü olacaksın; birlikte huzurlu yaşamak için.
sevmekle ilgili sorunum sevginin içinden gelmesi. sırf kan bağım var diye bana zarar veren bi insanı neden seveyim ki? hatta zarar vermesine bile gerek yok sevmek için neden bulamıyorsam neden seveyim? "sevgi anlaşmak değildir nedensiz de sevilir" melodisi eşliğinde düşünüyorum bu dediklerimi. nedensiz sevgi mi olur yahu? nedensiz olsaydı herkesi severdik. sonuçta bence kimse kimseyi sevmek zorunda değildir, sevmek için nedeni yoksa ya da sevmemek için nedeni varsa, kendine mantıklı gelen, kendine göre doğru olan bir neden.
saygı duymakla ilgili sorunum saygının karşındakinden kaynaklanması. bende saygı uyandırmayan birisine neden saygı duymalıyım? her insan saygıyı hak eder lafına katılmıyorum. o zaman gerçekten saygın olanların değeri düşmez mi? lise öğretmenlerimden ikisi arasında böyle bir kıyaslama yapıyorum. birisi öğretmenlik adına bana hiç katkı sağlamamış, sadece üst olmasını kullanarak öğrencileri susturmuş müdür yardımcımız diğeri her birimize ayrı değer verip bizimle yararlı bir ilişki sağlamaya çalışmış olan tarih öğretmenimiz. ikisine de saygı duysam tarih öğretmenime haksızlık olmaz mı bu?
hoşgörü aralarında en zor olanı bence. birçok insanın en zorlandığı konu. "düşünceme saygı duymak" değil de "ona dünyanın en yanlış şeyiymiş gibi gelen düşünceyi" hoşgörüyle karşılamak zorluyor insanları. insanların en sık kullandığı laf "tamam, saygı duyuyorum ama..." yani diyor ki "saygı duyuyorum tamam ama bi siktir git öyle şey mi olur?" hoşgörülü olmak için saygıyı bi adım aşmak gerekiyo galiba, düşünceme saygı duymasından çok ona göre yanlış olmasına rağmen hoşgörülü olması önemli sanırsam. böylece ben farklı düşünüyorum diye içinden beni öldürmek geçmez. yani bence. tam da bilemedim şimdi ama öyle gibi geldi...
isyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
isyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aralık 03, 2010
Temmuz 01, 2010
once upon a time in time
yaya olarak ya da bir araçla yol alırken karşı yönden gelen başka bir hareketliyi görmeye çalıştığım, onunla ilgili bir ayrıntı gözüme takılıp da emin olmak için incelemek istediğim anda ikimizin tam ortasına bir ağaç ya da ortalama genişlikte bir sütun girer; karşılıklı ilerleme hızımız, uzaklığımız ve bakış açım itibari ile tam olması gerektiği yerde olan bu engel kocaman insanı hatta eşek kadar arabayı görmemi mükemmel şekilde engeller. işte bu sadece bana oluyor olamaz, herkesin başına geliyor olduğundan eminim.
aslında iğrenç espri diye hakir gördüğümüz bazı durumların gerçek olduğunu bu yolla anlıyorum. örnek olayın iğrenç esprilerdeki yansıması ise "sen hiç ağacın arkasına saklanmış bir fil gördün mü" sorusudur. göremediğimize göre iyi saklanmıştır. demek ki yalnız değilim.
bununla birlikte, sadece kendimde olduğunu düşündüğüm bazı durumların yaş ilerledikçe aslında birçok kişide olduğunu öğrenmek yıktı beni. böyle bitanecik, farklı; siz nasıl diyor, "unique" bir insan sanıyordum kendimi küçükken. sadece ben yatarken hayal kurardım, kaldırım taşlarının çizgilerine basmayan benden başka insanlar yoktu, evde yalnızken kendi kendine konuşan tek insandım dünyada... büyümek hiç güzel gelmedi bana diğer insanlardan farksızlaşmaya başladığım için. sonra sonra farkımı koydum ortaya orası ayrı.
bir de buluşlar yapardım, her alanda mucit bir çocuktum. örneğin beddua diye bir sözcük bulmuştum, şimdi bazılarına tanıdık gelebilir ama küçükken ben bulmuştum bu insanlara kötülük eden dua sözcüğünü. hatta biraz büyüyünce insanların söylediğini duyup yaşadığım travmayı atlatamamış olabilirim.
kiremit tozu karışımlı güzellik maskesi formüllerim vardı küçükken şimdi kille yapılıyor bu maskeler. kesinlikle benden çalınan bir formül. biraz erken davransam çok pis zengin oluyormuşum amk.
*başlığı süprüz şarkıya bağladım, her yere şarkılar koydum, kendimce eğlendim
aslında iğrenç espri diye hakir gördüğümüz bazı durumların gerçek olduğunu bu yolla anlıyorum. örnek olayın iğrenç esprilerdeki yansıması ise "sen hiç ağacın arkasına saklanmış bir fil gördün mü" sorusudur. göremediğimize göre iyi saklanmıştır. demek ki yalnız değilim.
bununla birlikte, sadece kendimde olduğunu düşündüğüm bazı durumların yaş ilerledikçe aslında birçok kişide olduğunu öğrenmek yıktı beni. böyle bitanecik, farklı; siz nasıl diyor, "unique" bir insan sanıyordum kendimi küçükken. sadece ben yatarken hayal kurardım, kaldırım taşlarının çizgilerine basmayan benden başka insanlar yoktu, evde yalnızken kendi kendine konuşan tek insandım dünyada... büyümek hiç güzel gelmedi bana diğer insanlardan farksızlaşmaya başladığım için. sonra sonra farkımı koydum ortaya orası ayrı.
bir de buluşlar yapardım, her alanda mucit bir çocuktum. örneğin beddua diye bir sözcük bulmuştum, şimdi bazılarına tanıdık gelebilir ama küçükken ben bulmuştum bu insanlara kötülük eden dua sözcüğünü. hatta biraz büyüyünce insanların söylediğini duyup yaşadığım travmayı atlatamamış olabilirim.
kiremit tozu karışımlı güzellik maskesi formüllerim vardı küçükken şimdi kille yapılıyor bu maskeler. kesinlikle benden çalınan bir formül. biraz erken davransam çok pis zengin oluyormuşum amk.
*başlığı süprüz şarkıya bağladım, her yere şarkılar koydum, kendimce eğlendim
Mayıs 01, 2010
katmerli mesai
resmi tatil ya da hafta sonu fark etmeksizin ankaralılara hizmet veren biricik firmam, hafta sonuna denk gelen resmi tatili de elbette ki sallamayacaktı.
işçi bayramının ülkemizde yalnızca memurlara tatil olması, özel şirketlerde sömürülen biz kölelere mesai-ek ücret-prim şeklinde dönmemesi ve iş yerinizin bulunduğu çevrede çalışan işçilerin "ne işimiz var solcuların gününde" diyerek üstüne tuz biber olması ömürden ömür yemez mi?
bir insan kendi hakkının savunulmasına bile karşı çıkar sonra da yoksulluk hatta açlık sınırının altında bir hayata mahkum kalırsa kimin elinden ne gelir ki? liberalizmi ve kapitalizmi kapital sahiplerinden fazla savunan emekçilerin yaşadığı, seçimlerde seçme hakkını kömüre satan sağ görüşlü varoşların sözünün geçtiği, solcu -demeye bin şahit- tek partinin ortanın solundan da daha sağa kaydığı ve zaten solun elit kesime küçülüp zenginlerin elinde kaldığı bir sistem ideolojileri alt-üst etmekten başka ne işe yarar ki?
dine tepki olarak doğmuş milliyetçiliğin ve bu görüşü savunan kesimlerin dine sarılmış olmaları da ayrıca bir inceleme konusu zaten. 2010 yılında orta çağı yaşayan, hatta daha orta çağa girememiş bir ülkede feodalitenin baştan kurulup, sonra yıkılıp sonra da demokrasinin doğal süreci ile gelmesi dışında seçenek kalmadı mı ne?
işçi bayramının ülkemizde yalnızca memurlara tatil olması, özel şirketlerde sömürülen biz kölelere mesai-ek ücret-prim şeklinde dönmemesi ve iş yerinizin bulunduğu çevrede çalışan işçilerin "ne işimiz var solcuların gününde" diyerek üstüne tuz biber olması ömürden ömür yemez mi?
bir insan kendi hakkının savunulmasına bile karşı çıkar sonra da yoksulluk hatta açlık sınırının altında bir hayata mahkum kalırsa kimin elinden ne gelir ki? liberalizmi ve kapitalizmi kapital sahiplerinden fazla savunan emekçilerin yaşadığı, seçimlerde seçme hakkını kömüre satan sağ görüşlü varoşların sözünün geçtiği, solcu -demeye bin şahit- tek partinin ortanın solundan da daha sağa kaydığı ve zaten solun elit kesime küçülüp zenginlerin elinde kaldığı bir sistem ideolojileri alt-üst etmekten başka ne işe yarar ki?
dine tepki olarak doğmuş milliyetçiliğin ve bu görüşü savunan kesimlerin dine sarılmış olmaları da ayrıca bir inceleme konusu zaten. 2010 yılında orta çağı yaşayan, hatta daha orta çağa girememiş bir ülkede feodalitenin baştan kurulup, sonra yıkılıp sonra da demokrasinin doğal süreci ile gelmesi dışında seçenek kalmadı mı ne?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)