Şubat 25, 2009

kaçıncı sanat?

korku filmlerinin "ay gülmekten öldüm" insanları o kadar sinir bozucu olur ki, gülerek ölmesini isterim bazen psikopatça. izlediğin bişiden korkmamak çok normaldir çünkü zaten onun onlarca kişinin olduğu bir sette çekildiğini ve gerçek olmadığını bilirsin. korkanlar da bunun farkındadır, yani izlediği şeyin gerçek olduğunu sanıp babanne edasıyla "ayyy, kız kaçıl ordan arkandan geliyo manyak" demiyolar, kendilerini kaptırıp onun gerçek olsa ne kadar korkunç olacağını düşünüp "korkmak" duygusunu sonuna kadar yaşıyorlar. romantik film izleyip ağlamak ya da komedi filmi izleyip gülmek kadar normal. işte bu korkuyu yaşayan insanlara da imreniyorum çoğu zaman.. korku filmi izlerken altıma etcek kadar korkup gözlerimi kapatmayı, dudağımı ısırıp yanımdakine "nooldu nooldu" demeyi gerçekten istiyorum.
her tür film için böyle duygular yaşayabilmek çok güzel. en son milk'te sean penn'in yaşattığı duygu gibi. "ay adam cidden eşcinsel mi acaba?" diye düşündürebilecek bir insan olduğu için ya da "i'm sam"de kendisini tanımayanlara gerçekten 7 yaş zekasına sahip birinin oynadığı izlenimi verdirebilen bir insan olduğu için seviyorum sean penn'i. bi de oscar konuşmasında -oscarı almayıp tavrını göstermesi taraftarı olanlar da olsa- akademiye "sizi komünist eşcinsel seven şeyler sizi" dedi ya, yesinler onu

Şubat 24, 2009

wonderland

bembeyaz ankara, pammuk gibi. her bir kar tanesini ayrı ayrı tebrik edip gözlerinden öpüyor, başarılarının devamını diliyorum

Şubat 21, 2009

harflerle dans

henüz yeni yetme bir el-myra iken yazmak istdiğim kitaplarla ilgili taslaklar oluştururdum. hep böyle farklı bi kitap yazmak ister, saatlerce cümle yazıp karalardım. sonra dedim ki içindeki tüm sözcüklerin "a" ile başladığı bir kitap yazsam çok mu ilginç olur acaba? hemen denemelere başladım tabi.. hem kurgusu olacak hem anlamlı cümleler olacak hem de her şey a ile başlicak. haftalarca yazdım ama toplam 3 sayfa yazı çıktı anlam ifade edebilen. hevesim kırılana kadar ne çok hayal kurdum oysa.. 28 kitaplık bir seri hazırlayıp zengin olacaktım. gerçi bazı harflerde kitabı geçtim bir el ilanı yazacak kadar bile sözcük yoktu ama olsundu.
bunu yapamayacağımı anlayınca dedim ki madem bu olmuyo ben de içinde "a" harfinin hiç olmadığı bir kitap yazarım, sonra b'nin, c'nin... bundan 15 yıl önce bulduğumu sandığım bu fikri ben hayata geçiremeden öğrendim ki elin fransızı (Georges Perec) "e" harfinin olmadığı bir kitap yazmış yıllar önce. (kendi adında bile 4 tane "e" var yahu) hep böyle bişeyleri kendimin bulduğunu sanıp sonra da var olduğunu öğrendim o dönemde. acılarla dolu ergenlik yılları...
en azından fransızca öğrenip kitabı hiç e kullanmadan türkçe'ye çeviriyim dedim, onu da bi kaç yıl önce Cemal Yardımcı kişisi yaptı sağolsun. bunu yapmak kolay tabii, hadi tüm sözcüklerin "e" ile başladığı bi kitap yazın da görelim.. hıhh

Şubat 17, 2009

horrible countdown of a pointless life

yazdığım bir film senaryosu var, peter jackson’ın çekmesini istediğim. türü fantezi, bilim kurgu. böyle söyleyince elinde kamasutra kitabı olan robotların şekilden şekle girdiği bir film gibi görünse de göze, bi iki misyoner dışında bişi yok.

hayatta hep dimdik duran, savaşçı ama ağlak bir dişi robot, sürekli depresyonda olan bir erkek robot bi de zaman makinesi. depresif robotun adını zamanında douglas adams, marvin olarak koymuş olduğu için ölüye saygıdan dolayı bu adı kullanmam otostopçu’nun galaksi rehberinden fikir çaldığım anlamına gelmediği gibi ağlak dişinin de tabi ki yüzüklerin efendisi’ndeki eowyn’le alakası yoktur. zaman makinesiyle orta dünyaya giden kahramanların, yaşadıkları umutsuzluk ve inançsızlık nedeniyle aslında kurtarabilecekleri geleceklerini mahvetmeleri ve tüm evrenin yok olma tehlikesiyle burun buruna gelmesi geri sayımı başlattığında, ulu yönetmen peter’ın çektiği muhteşem savaş sahneleri ile süslenmiş yeni zelanda toprakları kana doyacak. şafak sökerken nazikçe koşan el-myra, doğan kırmızı güneşi görünce omzundaki kargaya şık bir kafa hareketiyle dönüp “kızıl bir güneş doğuyor, dün gece çok kan dökülmüş” diyecek… tüylerim diken diken oldu, o derece etkileyici bir sahne bu.

Şubat 14, 2009

aziz valentin bizi diskoya götür

insanların, isteklerini ve beklentilerini anlamayan birileriyle sürekli görüşmeleri ve her seferinde kendini anlamadığından dert yanmaları durumuna ilişki, bu iki kişinin bir evde yaşamak üzere çevredekileri de haberdar ederek, devlet babaya, biz birbirmizin beklentilerinden bihaber bir şekilde aynı evde yaşamak istiyoruz, bunu yaparken de ayıplanmak istemiyoruz diye haber vermelerine evlilik denir. ya kadınlar erkekleri anlamaz, nedenini bilmez hareketlerin, anlam vermeye çalışır, kendince yorumlar yapıp erkeğin ne demek istediğini bulur ya da erkek kadını anlamaz ve sadece anlamaz.. ben kadınları anlamıyorum der. acaba anlamadığın şeyleri yorumlamak mı yanlış olan yoksa amaaaan anlamıyorum ben diye çekilmek mi? yoksa ikisi de mi yanlış. oturup konuşsalar da anlaşamazlar mı, ne demek istediklerini bir bir anlatsalar? hayır efendim bu da çözüm değil çünkü o konuşmanın sonunda iki taraf da "oh be sonunda anlattım derdimi" der.. ne zaman o konuşmayı yaparken kendi derdini anlatmayı değil karşıdakinin derdini anlamayı hedeflersen o zaman yararlı olur. eee bence tabi.

Şubat 13, 2009

yazmak

gazeteci olmak istediğim zamanlarda benim yaptığım haberleri ya da yazdığım köşe yazılarını kimse yayınlamaz diye düşünürdüm bir zamanlar, ta ki bundan 2 ya da 2,5 yıl önce bir gün şu haberle karşılaşana kadar:
print screen'den allah razı olsun, şimdi nette aradım da haberi kaldırmışlar.. bi sözlükte var haber bi de forum sitelerinde felan. neyse işte bu haber bile yapılınca, hadi yapıldı diyelim bi de üstüne yayınlanınca dedim ki ben kitap yazsam kuponla bile olsa bunlar beni kitabımı bile satarlar. hala kitap yazamadım ama yazdığım an nereye başvuracağım konusunda içim rahat

Şubat 11, 2009

ilaç

her şeyin ilacı olan zaman acıları alırken iyi de, başka şeyleri de götürüyo bazen. o zaman işte diyorum ki "Kronos dede lütfen bunları götürme, bana kalsın sevdiğim duygular", bencil olma diyo o da derinden gelen sesiyle "ya bunları da alırım yanıma ya da acıları da bırakırım yanınızda"...

Şubat 09, 2009

vektörlerde ikili ilişkiler ve yansımaları

matematikçiler kendi aralarında, birbirini 180˚ye tamamlayan açılara bütünler açılar derler, bunun edebiyattaki karşılığı olarak ise “bütünler atasözleri” vardır, bence yani. birkaç örnekle demek istediklerimi somutlarsam:

1- iki kişi sevdikleri bir insan hakkında konuşurken içeri o insan girerse, hafif bir tebessümle ve gelen insanın duyabileceği bir ses tonuyla “iyi insan lafının üstüne gelir” derler; ancak bu iki kişi sevmedikleri biri hakkında konuşuyorlarsa ve sevilmeyen insan yanlarına gelirse suratta “hay skym” şeklinde bir ifade ve gelen kişinin duyamayacağı bir ses tonuyla biri diğerine “iti an çomağı hazırla” der. yani tam da lafının üstüne gelmek çok da matah bişi değildir, atalarımız iki durum için de bir söz söylemişlerdir.

2- bazı kocaman işlerin olabilmesi için öyle küçük küçük adımların yararsız olduğunu ve istediğin kadar böyle adım at asıl istediğin işi yapamayacağını anlatmak istersen “taşıma suyla değirmen dönmez”, ama umudu kırılmış birinin küçük emeklerinin bile değerli olduğunu söyleyip onu gaza getirmek için “damlaya damlaya göl olur” ya, o zaman damlatarak göl yapıp bu gölün kenarından açacağımız kanalla değirmene su götürsek, değirmen döner mi?

3- kendisi için önemli olan antika sayılabilecek ve aslında çok da kullanılamayacak eşyalar söz konusu olduğu zaman “sakla samanı gelir zamanı” diyen bir anane, dedem kendi eskilerini saklamak istediği zaman “eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diye adamcağızın tüm değer verdiği ve saklamak istediği şeyleri attırmaya çalışır gerekirse çaktırmadan kendi atardı.

4- bir de aynı atasözü içinde birbirinin tersinden bahsedilir ki ona da komşu bütünler atasözü denir, şöyle ki: “laf var iş bitirir, laf var baş yitirir”.

Şubat 06, 2009

abece

altı yedi harften oluşan bir sözcükle öyle bir kalp kırarsın ki, sonra binlerce harfi bi araya getirdiğin bir paragraf bile yetmez parçaları toplamaya.. ama bazen o paragrafı oluşturma zahmetine bile girmeyen bir insan olur, o zaman insan kendini gerçekten değersiz hisseder...

Şubat 04, 2009

dekoratif hayal

Kendi evim olduğu zaman şu odasını şöyle boyarım, salonuna şunu yaparım diye kurduğum dekoratif hayallerle, her katında dört daire olan on katlı bir apartmandaki tüm evleri dekore edebilecek kadar çok fikir üretmiş olmam yanında o apartmanda bir evim olmadığı ve olamayacağı gerçeğini karşılaştırmalı olarak incelersek, bu fikirlerin tamamını çöpe atmak yerine bir ev dekorasyonu programının çakma iç mimarı olarak çalışabilirim en az kırk bölüm. Bu da, yaz tatilinde programın ara vermesi kaydıyla, tam olarak bir yıllık bir program eder. Bu durumda eskiden Vahe’nin atv için yaptığı dekorasyon programını ele alabilirim sanırsam. Hani şu program boyunca Vahe’nin ordan oraya uçtuğu, gittiği şehirlerdeki mağaza sahiplerince “züccaciyeye girmiş bir fil” edasıyla korkularak karşılandığı ve programın sonunda gösterilen evin bir önceki programdaki evle hemen hemen aynı olduğu program. Pazar günü evde oturup anne zoruyla bu programı izlemiş insanlar programın belli bir süre sonra daha da sapıttığını ve Vahe’nin kılık değiştirerek skeçler yaptığını dehşet içinde hatırlar. Türk televizyonlarının yaptığı en başarılı korku programı olmasının yanında bu kadar fazla kaynak ayrılıp, bu kadar çok ev döşenebilen bir programın Vahe’nin eline teslim edilmiş olması benim de bir gün dekorasyon programı yapabileceğim konusunda umutlanmama hem de baya bi umutlanmama neden oluyor.
işte bu da, hayallerimden birinin 3ds max'le, gerçekleştiremesem de 3 boyutlu hale getirdiğim bir ördeği

Şubat 03, 2009

kurnaz karga - yavru ceylan

eğer bülbül gibi şakıyan bir karga görürsen "ay bu karga ne kadar farklı, ne güzel şarkı söylüyo" demiceksin, "bak sen kurnaza, tavlamak için nasıl da bülbül taklidi yapıyo" diceksin.
yanlışlıkla bir çok hayvanın bulunduğu kocaman bir kitabın içine düşen yavru ceylan, etrafı gezinip, eğlenip oynarken; bülbül gibi şarkılar söyleyen bir karga ceylanı fark edip etrafında dolaşmaya başladığı zaman, küçük ceylan, bu karganın kitabın dışında da hayatında olabileceğini ve kitabın dışındaki görkemli ormanda hayatları boyunca birlikte uçabileceklerini bilemezdi.
her şey masal gibi giderken, karga, bülbül sesiyle ceylana şarkılar söyleyip güzel gözlerinden, mis kokusundan bahsederken, kargaya deli gibi aşık olmuş olan ceylanın karganın kanatlarına tutunarak uçtuğu bu yeni hayatta yaşadığı mutlulukla başının dönmüş olması, hayatının geri kalanında sürekli bir baş dönmesi ve mide bulantısı yaşayacağı anlamına gelmez bilakis, iki üç kadeh tatlı tatlı bişiler içmiş de çakırkeyf olmuş bir baş dönmesi ve sürekli gülümseyen bir suratla yaşayacağını gösterir.
kalbindeki mutluluğun suratındaki yansıması olan bu gülümsemenin aynısının, karganın da yüzünde olduğunu gördüğü sürece, karganın kanatlarında gittiği her yerin sihirli olacağının farkında olan ceylan, karganın peşine takılıp ormanın en uzak, en bilinmedik, daha önce hiç gitmediği en korkulan yerlerine gitmekten çekinmeden, hayatının kalanında hep bu çok sevdiği kargasıyla yaşama kararı almış ve onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
gökten düşen üç elmanın, kimin kafasına düşüyosa onun zevkine göre; benim kafama düşeninse yeşil, ekşi ve sulu olmasını dilerim...

Şubat 02, 2009

kısa kısa

beşiktaş vs. antalya spor: beşiktaş sürekli antalya ile oynuyo.. bi onlar antalya'da bi diğeri istanbul'da. evcilik oynar gibi. galiba nev-î şahsına münhâsır tüp başkan baktı bi onu yenebiliyoruz, dedi ki biz ikimiz oynayalım, boş ver diğerlerini. tello'yla röportaj yapıyolar, adam diyo ki "bu sefer daha sert bir antalya'yla karşılaştık" bakalım haftaya nasıl olcak :)
hayır bi de bu arada canım şifo'ma yazık oluyo. adam teknik direktör olduğundan beri beşiktaşla maç yapıyolar.
federer vs. nadal: sen ki pete sampras gibi bir efsanenin üstüne daha bi efsane ol, dünya 1 numarası olarak geçirdiğin sürede bir nesil büyümüş olsun, kırmadığın rekor neredeyse kalmasın, kalk avustralya açıkta -sert zemin yahu- sakat ve yorgun bir nadal'a hem de 4 saat 50 dakika oynayıp yenil.. olacak iş mi?
erdoğan vs. peres: konusu ekonomi olan bir forumda (dam üstünde saksağan), moderatöre kızdığı için forumu terkeden (pire için yorgan yakmak), terk etmeden önce de israil'e güya tüm dünyanın kalbinden geçenleri söylemiş olan (ağız torba değil ki büzesin), diplomasiden ve ülke yönetmekten bi haber bir başbakan (sana başbakan olamazsın demedim ...) diyor ki: "sesinin yüksek çıkması suçluluk psikolojisindendir". deniz feneri, gemicik, akıtan yumurta, laiklik, askerlikten muafiyet söz konusu olduğu zaman basbas bağıran bu kişi ülkesindeki insanlara alttan alta bi mesaj veriyo ama anlayana tabi (kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla)