"sen new york'sun büyük düşün": ny'de 15 dakika yürüme mesafesinde bulunan bir yere araçla yarım saatle giden başbakan artık oranın da akp'nin düzenlemelerine muhtaç olduğunu anlamış. zaten hep merak etmiştim nasıl oldu da el atmadılar diye, washington meydanında bir fıskiye olmadan nasıl rahat ediyorlar, kaliforniya'nın merkeze giden yollarına köprülü kavşak yapmadan nasıl uyuyabiliyorlar diye. meğer zamanını kolluyorlarmış, kurt gibi adamlar.
"küçük tayyip": aynı haberde bir de ayakkabıları delik deşik olan, okula giderken anasının elinden tutamamış bir yavrucak var. hep çocuklarının geleceğini düşünmüş ayacıklarına taşlar batarken ve demiş ki "bu taşlar batmasın diye ne yapabilirim, ne yapabilirim? buldum.. deniz'de yeterince yüzeyde kalabilirsek ayağımıza taş batmaz... hmmm.... gemi!!" çocuklarımın gemileri olursa ayaklarına taş batmaz"
"yeniden olacak o kadar": ciddi ciddi yeniden başladığına inanamıyorum ve gördüğüm kadarıyla eski programın üzerine hiçbir şey katmadan olduğu gibi başlamış resmen. tarif edilemez duygular içindeyim, bi ara tiyatroyu bırakıp açlık grevleri yapmışlar o da yetmemiş ölüm orucuna girişmişlerdi... kim ikna etti geri dönmeye, hangi mantıkla?
"the bodyguard": evet efendim kevin costner da destek verdikten sonra bize bok yemek düşer. daha fazla konuşup da kimseyi rencide etmek istemiyorum çünkü bizim oralarda buna elalemin derdi seni mi gerdi derler, ayıp
Eylül 26, 2009
Eylül 11, 2009
hazırızz
her hangi bir felaket durumunda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sorumluluklarını bilmeyen vatandaşlar kurban olur, tedbirini almış has vatandaşlar ise sefasını sürer. biz de bu minvalde evimizin tüm odalarını alt kat komşularımızı yatırabileceğimiz şeklide birer yatakhaneye çevirdik, para toplayıp helikopter kiraladık ve arabalarımız sele kapılıp gitmesin de sonra belediyemiz suçlanmasın diye hepsini çatılara teraslara taşıttık; felaketten pay çıkardık, ilerde kuraklık olduğu zaman belediye başkanımız bizlere kızmasın, bizim yüzümüzden suçlu duruma düşmesin diye, sırf ona yakışır vatandaşçıklar olabilmek için balkonumuza yağmur suyunu toplayabilecek damacanalar, leğenler, kovalar dizdik.
elimizden daha ne gelir, nasıl önlem alabiliriz diye düşünürken yine akıl kumkuması, zeka pırıltısı, çözüm üreteci başkanımızın tavsiyelerine dönüp baktık ve onun rehberliğinde mahallemizdeki tüm mazgalların üzerindeki yaprakları topladık ki sel suları akıp gidebilsin, çünkü sel olmasının nedeni 16 yıllık başkanımızın alt yapı konusunda elinden gelenden fazlasını yapmış olmasına rağmen dökülen yaprakların mazgalları tıkamak suretiyle i.m.g. başkana bir nevi tuzak kurması, aslında onun bu dünyada bir sınava tabi tutulması ve bu sınavları elbirliği ile aşmamız sonucunda cenneti garantilemesi. zaten o kadar güzel gülümseyen bir insanı cennet dışında bi de ankaraspor başkanlığına yakıştırabiliyorum, başka her şey eğreti duruyor. (burdan futbol federasyonunu kınamadan da geçemeyiz çünkü tam da doğal felaket sırasında yapılacak şey değildir bu federasyonun yaptığı. kahrol federasyon al sana bombe...)
zaten başkanımız yıllar önce bugünleri düşünerek bir takım başka tedbirler de almış, tüm ankara'yı alt geçitlerle donatmış ve onları bilinçli olarak kanalizasyon seviyesinin altında yaptırmıştı ki sel olduğu zaman tüm alt geçitler suları çeksin, halk daha fazla zarar görmesin. doğal bir felakete daha ne kadar fazla önlem alınabilir ki zaten. yani şimdi deprem olsa bunun suçlusu yerel yönetimlerdir diyebilir misiniz? adam gitmiş fay hattının üstüne evini yapmış, deprem olunca tabi ki yıkılacak. dere yatağına ev yapmış, yağmur yağınca tabi boğulacak. yani 16 yıldır baştalar diye her şey onların suçu değil ki, 44 yıl başta kalmış olan chp'nin daha çok suçu var. zamanında yerleşim alanı olmasa bile, kentleşme olmasa bile bulduğu boş alana kanalizasyon, su, elektrik döşeyecekti ki şimdi sorun çıkmasın. işte bunların hepsi bu yüzen aslında Atatürk'ün suçudur.
bunların yanında bir de tabi ki 7. caddenin trafiğe kapatılıp alkolden arındırılması en önemli tedbirlerden biri. şimdi düşünün bi, sel oldu diyelim; 7. caddede araba olmadığı için hiç bir araba zarar görmeyecek ve bunun yanında alkolün yasaklanması sayesinde herhangi bir sel basması durumunda içkiler de sele karışıp selin suyunu artırmayacak. bunların hepsi birer önlemdir, felaketlere çözümdür. bu kadar başarılı çözümleri uygulayabilmek için bile izin alması, referandum yapması gereken bir belediye başkanı daha ne yazpsın ki hizmet getirebilmek için?
elimizden daha ne gelir, nasıl önlem alabiliriz diye düşünürken yine akıl kumkuması, zeka pırıltısı, çözüm üreteci başkanımızın tavsiyelerine dönüp baktık ve onun rehberliğinde mahallemizdeki tüm mazgalların üzerindeki yaprakları topladık ki sel suları akıp gidebilsin, çünkü sel olmasının nedeni 16 yıllık başkanımızın alt yapı konusunda elinden gelenden fazlasını yapmış olmasına rağmen dökülen yaprakların mazgalları tıkamak suretiyle i.m.g. başkana bir nevi tuzak kurması, aslında onun bu dünyada bir sınava tabi tutulması ve bu sınavları elbirliği ile aşmamız sonucunda cenneti garantilemesi. zaten o kadar güzel gülümseyen bir insanı cennet dışında bi de ankaraspor başkanlığına yakıştırabiliyorum, başka her şey eğreti duruyor. (burdan futbol federasyonunu kınamadan da geçemeyiz çünkü tam da doğal felaket sırasında yapılacak şey değildir bu federasyonun yaptığı. kahrol federasyon al sana bombe...)
zaten başkanımız yıllar önce bugünleri düşünerek bir takım başka tedbirler de almış, tüm ankara'yı alt geçitlerle donatmış ve onları bilinçli olarak kanalizasyon seviyesinin altında yaptırmıştı ki sel olduğu zaman tüm alt geçitler suları çeksin, halk daha fazla zarar görmesin. doğal bir felakete daha ne kadar fazla önlem alınabilir ki zaten. yani şimdi deprem olsa bunun suçlusu yerel yönetimlerdir diyebilir misiniz? adam gitmiş fay hattının üstüne evini yapmış, deprem olunca tabi ki yıkılacak. dere yatağına ev yapmış, yağmur yağınca tabi boğulacak. yani 16 yıldır baştalar diye her şey onların suçu değil ki, 44 yıl başta kalmış olan chp'nin daha çok suçu var. zamanında yerleşim alanı olmasa bile, kentleşme olmasa bile bulduğu boş alana kanalizasyon, su, elektrik döşeyecekti ki şimdi sorun çıkmasın. işte bunların hepsi bu yüzen aslında Atatürk'ün suçudur.
bunların yanında bir de tabi ki 7. caddenin trafiğe kapatılıp alkolden arındırılması en önemli tedbirlerden biri. şimdi düşünün bi, sel oldu diyelim; 7. caddede araba olmadığı için hiç bir araba zarar görmeyecek ve bunun yanında alkolün yasaklanması sayesinde herhangi bir sel basması durumunda içkiler de sele karışıp selin suyunu artırmayacak. bunların hepsi birer önlemdir, felaketlere çözümdür. bu kadar başarılı çözümleri uygulayabilmek için bile izin alması, referandum yapması gereken bir belediye başkanı daha ne yazpsın ki hizmet getirebilmek için?
Eylül 06, 2009
kutuya inanmak
para verip sinemalı dizili pakete üye olduğumuz ve adını burdan verip de iyi/kötü reklamını yapmak istemediğim uydu antenli, uydu dalgası alıcı kutulu (receiver) aptal kutusu (tv) şeyinin son iki aydır sinema kanallarında hiç bi bok olmaması nedeniyle tüm paketleri kapattırıp normal düzene geçtiğimizden beri türk kanallarını izlemeye döndük. son bir haftadır izlediğimiz programlar içinde sinirlerimi hoplatan reklamlar, gülsem mi ağlasam mı bilemediğim yarışmamsılar ve ucuz amerikan filmleri var. zaten uzun zamandır haberlerle ilişkisini kesmiş birisi olarak önemli haber kanalları dahil hiçbir kanalda haber türü yayınlara katlanamıyorum, gazeteleri okumaktan itinayla kaçınıp kendini ve çevresini bilmez bir insan olmak yönünde ilerliyorum.
sinirimi bozan ilk reklam alın-verin adlı, türk ekonomisini kurtarma yönelimli ve dahi iktisat bilimini zorlama içerikli, ekonomistli bir saçmalık olup daha önce buradan veryansın ettiğim "eve kapanma pazara çık" saçmalığını bile daha mantıklı gösterme becerisine sahip oldu. başarılarının devamını diliyor, zeki ve eğlenceli bir arkadaşımın önerisini -ondan izin almadım ama- burdan yetkililere bildirmeyi bir görev biliyorum: "al-ver reklamlarında müjde ar oynasın, orospu rolünde olsun, pezevengi para kazansın, eve giderken kıyma alsın, ekonomi canlansın"
ikinci sinir olduğum reklam da aziz üstel'in oynadığı saçma bir seri. içeriğini anlatıp kimsenin sinirlerini hoplatmak istemiyorum, kendi kendime sinirleniyorum.
aptal kutusunda izlediğim ve hayret mi etsem üzüntü mü duysam dalga mı geçsem bilemediğim bir olay da var mısın yok musun denen yarışmamsı. cem yılmaz'ın katıldığı bölüm hariç hiç tamamını izlememiştim yarışmanın. son bir haftadır izliyorum ve yarışmanın artık kendine ait bir jargonu oluştuğunun, oradaki insanların bazı konularda uçmak seviyesinde hislere sahip olduğunun yanında benim bu ülkeye gittikçe yabancılaştığımın farkına vardım. mavi hissedenler, kırmızı olduğuna dair yüzdeli istatistikler verenler, 24 kutulu bir oyunda kutudan çıkan sayılar üzerinden bilimsel veriler elde edenlerle birlikte kutusuna inanan insanlar gördüm. hatta kutusuna inandığını söyleyen bir kıza oraya çıkanların %70i zaten kutusuna inanıyor diyen bir kişiye rastladım ki o andan itibaren türkiye istatistik kurumunun neden yanlış enflasyon hesapladığını ve bu çıkan sonuca türk insanının neden saf saf inandığını anladım. biz istatistikten anlamıyoruz, kutumuza güveniyoruz.
sinirimi bozan ilk reklam alın-verin adlı, türk ekonomisini kurtarma yönelimli ve dahi iktisat bilimini zorlama içerikli, ekonomistli bir saçmalık olup daha önce buradan veryansın ettiğim "eve kapanma pazara çık" saçmalığını bile daha mantıklı gösterme becerisine sahip oldu. başarılarının devamını diliyor, zeki ve eğlenceli bir arkadaşımın önerisini -ondan izin almadım ama- burdan yetkililere bildirmeyi bir görev biliyorum: "al-ver reklamlarında müjde ar oynasın, orospu rolünde olsun, pezevengi para kazansın, eve giderken kıyma alsın, ekonomi canlansın"
ikinci sinir olduğum reklam da aziz üstel'in oynadığı saçma bir seri. içeriğini anlatıp kimsenin sinirlerini hoplatmak istemiyorum, kendi kendime sinirleniyorum.
aptal kutusunda izlediğim ve hayret mi etsem üzüntü mü duysam dalga mı geçsem bilemediğim bir olay da var mısın yok musun denen yarışmamsı. cem yılmaz'ın katıldığı bölüm hariç hiç tamamını izlememiştim yarışmanın. son bir haftadır izliyorum ve yarışmanın artık kendine ait bir jargonu oluştuğunun, oradaki insanların bazı konularda uçmak seviyesinde hislere sahip olduğunun yanında benim bu ülkeye gittikçe yabancılaştığımın farkına vardım. mavi hissedenler, kırmızı olduğuna dair yüzdeli istatistikler verenler, 24 kutulu bir oyunda kutudan çıkan sayılar üzerinden bilimsel veriler elde edenlerle birlikte kutusuna inanan insanlar gördüm. hatta kutusuna inandığını söyleyen bir kıza oraya çıkanların %70i zaten kutusuna inanıyor diyen bir kişiye rastladım ki o andan itibaren türkiye istatistik kurumunun neden yanlış enflasyon hesapladığını ve bu çıkan sonuca türk insanının neden saf saf inandığını anladım. biz istatistikten anlamıyoruz, kutumuza güveniyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)